Kayıtlar

Haziran, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi

Resim
Arka Kapaktan: 'Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi', Time'ın 'Beckett'den beri çağdaş yazının en büyük adı' diye nitelendirdiği Handke'nin en önemli yapıtlarından biridir. Bir tek sözcükle tanımlamak gerekirse, dille dünya arasındaki 'boş'luğun romanıdır. Metin, Batı toplumlarında yaşayan 'uygar' insanların ilişkisinin yarattığı 'boş'luğun 'özgürleştirici' ve 'öldürücü' boyutları üzerine kuruludur. Romanı edebiyat estetiği açısından farklı kılan yan, Handke'nin dile olağanüstü bir önem vererek 'boş'luğun üslubunu yaratmış olmasıdır Kitabın son sayfalarından: Ayağa kalktı, gitti. Dönüp geldiğinde, asıl maç başlamıştı bile. Sıralar doluydu, o da sahayı dolaşıp kalenin arkasına geçti. Çok yakında durmak istemiyordu, caddeye doğru yürüyüp sete çıktı. Cadde boyunca, köşe gönderine kadar ilerledi. Ceketinden bir düğme kopup caddeye fırlamış gibi geldi. Düğmeyi yerden alıp cebine soktu. Yanında duran bir...

Brooklyn Çılgınlıkları

Resim
Kafka'nın ölmeden önceki son yılı; Polanya'daki tutucu Yahudi ailesinden kaçıp Berlin'e yerleşir, Dora Diamant adında on dokuz-yirmi yaşlarında bir kıza âşık olur. Kız, Kafka'nın yarı yaşındadır; ama ona yıllardır yapmak isteyip de yapamadığı şeyi, Prag'dan ayrılma cesaretini bu kız verir ve Kafka'nın birlikte yaşadığı ilk ve tek kadın olur. Kafka 1923 sonbaharında Berlin'e gelir ve ertesi ilkbaharda da ölür; ama bu son aylar muhtemelen yaşamındaki en mutlu aylardır. Giderek bozulan sağlığına rağmen. Yiyecek kıtlığı, siyasal ayaklanmalar, Alman tarihinin gördüğü en ağır enflasyon gibi Berlin'deki sosyal durumlara rağmen. Bu dünyada fazla zamanı kalmadığını kesinlikle bilmesine rağmen. Kafka her ikindi vakti parkta gezintiye çıkar. Hemen her seferinde Dora da onunla gider. Bir gün, hıçkıra hıçkıra ağlayan küçük bir kızla karşılaşırlar. Kafka kıza ne olduğunu sorar. Çocuk bebeğini kaybettiğini söyler. Kafka, olup biteni açıklamak için hemen bir hikâye ...

Aspern'in Mektupları

Resim
Arka Kapak yazısı: Amerikalı bir edebiyat tarihçisi, yıllar önce ölen, devrinin en ünlü şairlerinden Jeffrey Aspern’in bazı mektuplarının, Venedik’te yaşayan yaşlı bir kadında olabileceğini öğrenir ve mektupların peşine düşer. Bedeli ne olursa olsun onları ele geçirmeye kararlıdır; ancak yaşlı kadının aksiliğini ve yıllardır onunla birlikte yaşayan, dışarıya hiç çıkmayan yeğenini hesaba katmamıştır. Aspern’in Mektupları, sürekli artan gerilimi, son sayfaya kadar çözülmeyen esrarı ve Venedik’in bir karakter olarak hazır bulunduğu renkli fonuyla, Henry James’in en önemli yapıtları arasındadır. Amerikan edebiyatının mihenk taşlarından olan, pek çok yazarı etkileyen, birçok eleştirmeninse edebiyat tarihinin en büyük yazarı saydığı Henry James’in bu kısa romanı, yayımlandığında büyük övgüyle karşılanmış, bizzat yazar tarafından da hep el üstünde tutulmuştur. Aspern’in Mektupları, tiyatro ve operada sahnelenmesi dışında, 1947 yılında sinemaya da uyarlanmıştı. Kitabın girişinden bir kaç sayfa...

Yaprak Fırtınası

Resim
— Birdenbire, kasabanın ortasına çöken bir kasırga gibi, ardında yaprak fırtınasıyla, muz şirketi geldi. Başka kentlerin insan ve eşya hurdasından oluşan yaprak fırtınası canlanıvermişti; her zamankinden daha uzak ve saçma görünen iç savaşın pisliğiydi. Kasırga amansızdı. Döne döne yükselen yoğun kokusu, saklı bir ölüm ve ten salgısının kokusu, bulaştığı her şeyi kirletiyordu. Bir yıldan kısa bir sürede, kendinden önceki kötülüklerin molozlarını bütün kasabaya ekti, kendi yükünü, döküntülerini sokaklara saçtı. Birden bu döküntüler, fırtınanın çılgın, kestirilemeyen hızına uygun olarak toparlandı, biçimlendi ve bu bir ucundan nehir geçen, öteki ucunda mezarlık bulunan dar sokak, başka kentlerin artıklarından doğan, bambaşka, gelişmiş bir kasabaya dönüşene dek sürdü gitti. İnsanların oluşturduğu yaprak fırtınasına katılıp sert gücüyle sürüklenerek kasabaya dükkanların, hastanelerin, eğlence yerlerinin, elektrik fabrikalarının molozları da geldi, bekar kadın ve erkek döküntüleri ise t...

Yaban Muzu

Resim
Giriş Bir gün, değişik bir yaşam peşinde sertao 'ya* daldım. Yüreğimi, kaygıyla dönüşümü bekleyeceği bir ağaç gölgesinde bıraktım ve yürüdüm. Durmadan yürüdüm. Güneş yüzümü ve ellerimi yakın. Tozlu, uzun ve sessiz pek çok yol aştım. Uzaklığın gerçeğinde yitmek için, zaman ve yer denen kavramları unuttum. Uzaklıktan başka şey yoktu... Korkunç bir yorgunluk bedenime egemen oldu... O sıra rastladım acımasız adamlara. Çok daha acıklı bir yaşam için çarpan, acılı bir yüreğe sahip adamlara. Başkalarına ve kendilerine acıma nedir bilmeyen adamlara. Öykülerini gördüm, işittim ve yaşadım. Üzgün döndüm ve kaygıyla beni aynı ağacın gölgesinde bekleyen yüreğimi aradım. Acımasız adamlar'ın öyküsünü anlatmaya karar verdim. Bu öyküyü ne mürekkeple yazıyorum, ne de kanla. Gezginliklerimin tozunda eriyip giden, acılarımın ve yorgunluklarımın terinden yararlanıyorum yalnızca. Uzaklardaki düşsel cennetlerine doğru uyurgezer yürüyüşleri sırasında, acımasız adamlar'ın kaldırdı...