Kayıtlar

Ocak, 2005 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Küçük Şey Yoktur

Resim
19.Yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Hunt’ın, bir bahçeyi tasvir eden tablosu Londra Kraliyet Akademisi’nde sergileniyordu. Hunt’ın “Kâinatın Işığı” adını verdiği bu tabloda geceleyin elindeki fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunt’a dönerek: “Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım” dedi , “Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona tokmak takmasını unutmuşsunuz da...” Hunt gülümsedi : “Adam alelâde bir kapıya vurmuyor ki...” dedi. “Bu kapı, insan kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabildiği için dışarıdan tokmağa ihtiyaç yoktur.” * * * Âriflerden biri, çamurlu kaygan bir yolda, eteklerini toplayarak, dikkatli adımlarla yürüyordu. Fakat bütün çabasına rağmen düştü. Her tarafı çamur olduğu için, artık serbestçe yürümeye başladı. Bir taraftan ağlıyor ve: “İşte, günaha d...

Müslüman Saati

İstanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. "Saat"ten kastımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır. Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de "saat"lerimiz ve "gün"lerimiz vardı.  Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdâr bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takrîbî bir sıhhatle, haberdâr ederlerdi. Zaman nâmütenahiy bahçe ve saatler orada açar, gâh sağa gâh sola mâil, güneşe rengârenk çiçeklerdi.  Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla s...

Posta Kutusundaki Mızıka

Halbuki ay, Yemen’deki askerin son sığınağıydı. Çölün sokakları yoktu ve potacılar adres ararken delirmişlerdi. Gidenin gelmediği yere şimdi kim yazacaktı ? Yemen’deki asker bağırdı; öyle bağırdı ki; kumların içindeki yılanlar, akrepler ve kertenkeleler fırladılar; fırladılar ve bu sesin sahibi için dua ettiler. Yemen’deki asker telgrafın tellerini kurşunlayamazdı, çünkü göğe baktığında gördüğü yalnız yıldızlar ve aydı. Evet aydı ! İşte o zaman muhayyilesi elinden sıkıca tuttu. İşte o gece Yemen’deki asker kalbine sesi duyurdu. Ay o kadar büyüktü ki, çöl çok küçük kaldı. Ay o kadar parlaktı ki,çöl kendini seyre daldı. Ay o kadar yakındı ki, Yemen’deki asker mırıldandı: “Şimdi bakıyor mudur o da ?” Sevgili Dost, Sana bu satırları ayı koparılmış bir göğün altında yazıyorum. POSTA KUTUSUNDAKİ MIZIKA A. Ali Ural Şûle Yayınları