Kayıtlar

Şubat, 2007 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İslam Geleneğinde Seyahat Kavramı

Resim
İbn Arabi der ki: Halkla haşır-neşir olmak sıkıntı ve huzursuzluk sebebi olduğundan, Hak ile huzur halinde olmak ve ibret almak için arzda cevelan/seyahat etmek ehlullahın niteliği olmuştur. Seyahatten maksat, Hak ile üns halinde olmaktır. Sıradan insanlar bedenleriyle ve nefsin hazları için arzda dolaşırlar. Özel kişiler, makuller ve mana âleminde ilim ve marifetin çeşitli menzillerinde aklen ve fikren seyahat ederler. Sufiler şöyle düşünürler: Ey kullarım! Şüpheniz olmasın ki arzım geniştir. Yalnız bana ibadet ediniz (Ankebut; 29/56). Bütün yeryüzü Allah’ındır ama burada Allah’ın arzından maksat, kimsenin mülkü olmayan ıssız ve sessiz sahralardır. Seyahate çıkıp buralarda ibadet etmek, nefes-i rahmanî bulup ferahlamaktır. Bazı sufiler bu ayete dayanarak sefere çıkarken diğerleri, “Nerede olursanız olun O sizinle birliktedir” (Hadîd; 57/4) mealindeki ayete dayanarak ikameti ve hazar halinde olmayı tercih ederler. (el-Fütuhatu’l-Mekkiye, II,387) Süleyman Uludağ, İslam Geleneğind...

Mekke'ye Giden Yol

Resim
İmamın arkasında, saflarda yüzlerce insan dizilmişti; hep birden eğilip kalkıyorlar, diz çöküp oturuyorlar ve alınlarını yere koyuyorlardı: Bütün bu düzenli hareketlerde, insana hem bu dünya hayatının ciddiyetini hatırlatan, hem de başka bir hayata yönelmiş olmanın heyecanını tattıran olağanüstü ama yalın, çekip götüren bir şey vardı. İçerde anlamlı bir sessizlik hüküm sürüyordu. Cemaat ayaktayken, Kur’an’dan ayetler okuyan İmam’ın sesi, kocaman mekânın derinliklerinde, berrak, durgun saya atılan çakıl taşları gibi dalga dalga yayılarak, uzaktan uzağa çınlıyordu. Ve o eğilince, bütün cemaat, güçlü bir rüzgârın önünden eğilen ekinler gibi eğiliyor ve Allah’ı gözleriyle görüyormuşçasına istek ve coşkuyla yere kapanıyorlardı… İşte ben orada, o anda, Rablerinin bu insanlara ne kadar yakın; inançlarının, yaşadıkları hayatla ne kadar kaynaşmış olduğunu fark ettim. İbadetleri onları, günlük olağan hayattan, işten güçten koparıp ayırmıyordu; tersine onun bir parçası durumundaydı; onlara ha...