Sahilsiz Bir Umman

Michel Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman isimli kitabında, İbn Arabi’nin düşüncelerini kendi eserlerinden örneklerle açıklıyor. İbn Arabi’yi okurken rehber olabileceğini düşündüğümüz bir kitap.

Kur’an onu okuyanlar için her an yenidir [...]. Ama her kari (okuyucu) onun nüzulünü idrak etmez, çünkü zihni kendi tabiatıyla meşguldür. Bu durumda, karinin üzerine inen Kur’an onun tabiatının hicabı altında kalmakta ve karide bir zevk hasıl etmemektedir. Hz. Peygamber de Kur’an okuyan, ama okuduğu Kur’an boğazından aşağıya inmeyen kimselerden bahsederken buna işaret etmiştir. Bu dillere inen Kur’an’dır, kalplere inen değil. Bu [nüzulü] zevk eden hakkındaysa Allah şöyle buyurmaktadır: “Ruhu’l-Emin onunla [Kur’an’la] birlikte senin kalbine inmiştir” (Şuara, 26/193). Nüzul bu kimsede öyle büyük bir zevk hasıl etmektedir ki başka hiçbir şeyle kıyas kabul etmez. Kari bunu hissettiği zaman, üzerine inen Kur’anın her dem yeni olduğunu görmektedir. Bu iki nüzul şekli arasındaki fark hakkında şunu söylenmelidir: Kalbe inen Kur’an beraberinde anlayışı da getirir; bu kalbin sahibi olan kişi, vahyin dilini hiç bilmiyor olsa dahi, okuduğu ibarenin manasını dolaysız olarak anlar. Arapça bilmediği için ibareyi oluşturan kelimelerin Kur’an dışında taşıdığı manaları bilmese bile, okuduğu Kur’an’ı daha okumasıyla birlikte anlamakta, kelimelerin kendi okuyuşu içinde sahip olduğu manaları derhal idrak etmektedir. Kur’an hazreti ve menzili böyle olduğuna göre, herkesin onda kendi talep ettiğini bulacağı anlaşılıyor olmalıdır. İşte bu sebepledir ki Şeyh Ebu Medyen, müridin ancak aradığı herşeyi Kur’an’da bulacağı zaman hakikaten mürit olmuş olacağını söylemiştir. Bu hususiyeti taşımayan hiçbir kelam Kur’an olamaz. Kur’an Allah’ın bir sıfatıdır ve mevsuftan ayrı kabul edilemez, öyleyse Kur’an’ın nazil oluşuyla birlikte kelamı Kur’an olan da nüzul etmektedir. Allah, mümin kulunun kalbinin O’nu sığdırdığını söylemiştir. İşte bu, Kur’an’ın müminin kalbine nüzulüyle olmaktadır. [Fütühat, III, s.93-94] (s.48)

* * *
Kur'an Hz. Muhammed'in kalbi üzerine inmiştir ve kıyamete kadar da onun ümmetinin müminlerinin kalpleri üzerine inmeye devam edecektir. Kur'an'ın kalplere inişi asla kesilmez, çünkü o daimî vahiydir. [Fütühat, III, s.108] (s. 48)

* * *
Allah’ın kulun işitmesi olabilmesi için, öncelikle bu kulun işitme melekesine bakan şer’i mükellefiyetlere hakkıyla riayet etmesi gerekecektir ve diğer bütün melekeler için böyledir. […]

Gözün şeriata riayet etmesi için kendisini haram ve mezmum şeylere bakmaktan alıkoyması, hatta dikkatini dağıtan ve ondaki gafleti besleyen mübahlardan bile uzaklaşması gerekir. Gözünü bütün bunlardan çevirmiş olan kişiye (muhtemelen) bahşedilecek kerametler mesela (namaz kılarken Kabe'yi görmek, melekleri ya da cinleri görmek gibi) normal olarak algılanamayacak şeylerin görülmesi, abdalların ya da Hz. Hızır'ın hangi suret altında gözükürlerse gözüksünler tanınması ve benzeri yeteneklerdir. Ama gözünü sakınan kişiye bahşedilecek asıl lütuf böyle şeyler değildir. Allah bu kutunun basiretini açacaktır, öyle ki kul kendi melekutunu ve mahluklarınkini müşahede edebilir, mahlukların hallerine ve manevi mertebelerine muttali olabilir ve yavaş yavaş, daha büyük hiçbir nimetin olmadığı rü'yetullaha doğru ilerleyebilir. 


Kulak iftiraları, gıybeti, küfür ya da günah içeren sözleri dinlemekten sakınmalıdır. Ayrıca kendini Kur'an'a, emr-i maruf yapanların, nasihatçilerin ve mürşidinin sözlerine vermesi gerekir. Her türlü zikir için de müteyakkız olmalıdır. Şayet bunlara riayet ederse pek çok keramet edinecektir: Nebatat ve cemadat da dahil olmak üzere mahlukların tesbihini işitmek, melekleri dinlemek, ilh... Kulağın takvası sayesinde ulaşılacak menzillerse sayılan kerametlerden bile daha büyüktür, zira bu kul nihayet kelam-ı kadimi hakikaten işitip anlayabilecektir. (s. 131-132)

* * *
Eğer nefesin yetiyorsa Kur’an ummanına dal, ama eğer nefesin yetmeyecekse onun zahirini tefsir eden eserleri mütalaayla yetin ve ona dalma. Aksi takdirde orada helak olursun, zira Kur’an ummanı derindir ve ona dalan kişi kıyıya en yakın yerlerle yetinmeyecek, bir daha asla mahlukata geri dönmeyecektir. Peygamberler ve varis-hafızlar aleme rahmet için tekrar bu yerlere döner. Gayeye ulaşan fakat geri dönmeksizin orada kalan vakifun ise ne kimseden fayda görür ne de kimseye fayda verir. Onlar ummanın merkezini hedef almıştır, ya da daha doğrusu merkez onları hedef almıştır. Ve ebedi olarak oraya dalmıştırlar. [Fütühat, I, s.76] (s 45-46)

* * *

Kemal üzere olanlar ancak zahir ve batını birleştirenlerdir [Fütühat, I, s.334] (s. 46)

* * *

O şöyle buyurmaktadır: Kulum Ben’i dinlediği sırada ona onun diliyle Kitab’ımı okuyan Ben’im. Ve bu Benim onunla müsameremdir*. İşte böyle bir kul Kelam’ımı tatmıştır. Ama eğer manalarda takılacak olursa, nazar ve fikriyle Ben’den uzaklaşacaktır. Çünkü ona düşen, sadece Bana yönelmek ve kulağını Kelam’ımı idrak için uygunlaştırmaktır, ta ki Ben bu kıraate hazır olayım. O zaman kıraat eden ve işittiren Ben olurum, Kelam’ımı kuluma açıklayan ve ondaki manalara ulaştıran da Ben olurum. İşte bu benim onunla müsameremdir. Böyle bir kul ilmini Ben’den alır, kendi nazar ve fikrinde değil. Bu kul artık cennet ve cehennem endişesi taşımaz, hesap gününün ve mahşerin tasasına düşmez, dünya ve ahiretin kaygılarını duymaz, çünkü eşyayı artık kendi aklıyla idrak etmemekte, ayetlerimi kendi nazarıyla düşünmemektedir. O kulağını Kelam’ıma vermiştir sadece. Ve böylece Ben’imle şahid, Ben’imle hazır olmuştur. Ona öğreten artık Ben olurum. [Fütühat, I, s.239]

*Müsamere (“gece konuşması”) ifadesi, gecenin son üçte birinde Allah’ın dünya semasına indiğini belirten hadise telmihtir.

* * *

Vahiy yanlızca mesaj değil, aynı zamanda emirdir de. Mesaj kendini sadece emre “teslim olanlar”a, hakiki muslimuna sunacaktır. Kur’an, hazinelerini ancak tesis ettiği şeriata tâbi olana açar. Taat olmadan fetih de olmaz. Şeriat ve hakikatin birbirinden ayrılması imkansızdır. (s. 129)

* * *

Seni kurbete çağıran O’nun El-Karib ismidir. Sen muhibsin, mahbub değil. İşte bu yüzden sana “[Secde et ve] yaklaş” denmektedir, yoksa “[Secde et,] sen yakınsın” denirdi. [...] Bilki secde esnasında Şeytan’ın etkisinden uzak olur ve masum hale gelirsin, çünkü secden onu teshir eder ve senin üzerindeki gücünü kaldırır. O seni secdede gördüğü zaman kendini [ve Allah’ın emrine isyan ederek Hz. Adem’e müteveccihen secde etmeyişini] düşünür, azabının ateşiyle yanmakta olduğu halde seni muti görmekte ve kendisini bekleyen akıbeti müşahede etmektedir. [...] Allah sizi ve beni secde edenler ve bulanlardan (mimmen secede ve vecede) kılsın. [Tenezzülat, s.102] (s. 141)



* * *

Namazda müslümalar iki topluluk halindedir ve dolayısıyla namazı kılmanın da iki şekli vardır. Bu iki şekli birleştiren kişiyse bunlara tekabül eden hakikatleri de birleştirmiş olacaktır.

Bu iki topluluktan efdal olan, [namazdan çıktıkları sırada] Allah’ın bir isminin tedbirinden bir diğer isminin tedbirine geçtikleri için selam verenlerdir. Bu kullar ayrıldıkları ve vasıl oldukları isimleri selamlamaktadır.

Diğer topluluktakilerse ayrılmakta oldukları Rahman’ı ve geri dönmekte oldukları mahlukatı selamlarlar.

Bu iki topluluğa da dahil olmayan kişinin selamındaysa hiçbir kıymet yoktur. O Allah’ın huzurunda olmamıştır ve öyleyse selamı ayrılan kişininki değildir, mahlukatı terketmemiştir ve o halde selamı geri dönüş selamı da olmayacaktır. [Tenezzulat, s.110] (s.142-143)

* * *

Ey sevgilim, kaç kez seni çağırdım, ama sen beni işitmedin
Kaç kez kez kendimi gösterdim, ama sen bana bakmadın
Kaç kez kendimi rayiha kıldım, ama sen beni koklamadın
Kaç kez kendimi gıda kıldım, ama sen beni tatmadın
Nasıl oluyor da dokunduğun şeylerde beni hissetmiyorsun [...]
Beni nasıl görmüyorsun, nasıl işitmiyorsun [...]
Ben tatlı olan herşeyden daha tatlıyım
Arzulanır olan herşeyden daha arzulanırım
Güzel olan herşeyden daha güzelim
Ben Cemil ve Melih’im
Sev beni ve başka hiçbirşeyi sevme, iste beni
Bütün endişelerden geç, ta ki yegane endişen kalayım

(Kitabu’t-Tecelliyat)


Michel Chodkiewicz, Sahilsiz Bir Umman, Çev: Atila Ataman, Gelenek Yayıncılık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed’in Liderliği

Râvi

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde