Cüz Gülü'nden




O zaman ben değirmene bir kez daha baktım. Düz damlı, çamur sıvalı bayağı bir su değirmeni idi. Etrafında salkım söğütler, servi kavaklar, kuşburnular, alıç ağaçları.

Yabani güllerin rayihası arasında kendime yol açarak suya doğru yürüdüm. Dibinde beyaz çakılların par par yandığı durduğu serin bir su. Dayanamayıp başına çöktüm, ayakkabılarımı çıkardım, şalvarımın paçalarını çemreledim, içine girdim.

Bir anda nane, yarpuz, çilek, kuş üzümü ve benzeri binbir koku, gün ışığı, güvercin kanadı, kuzu melemesi, ceylan ürkekliği, arı vızıltısı, alâim-i semanın yedi rengi içinde kalıverdim. Bir avuç su alıp yüzüme serpince zikir ilahileri her bir yönden boşalmaya başladı. Suya baktım ve çocuğun yüzündeki ifadeyi gördüm.

Bu ifade. Yani orada hem saklı, hem de aşikâr olan şey. Yani ezelden beri bildiğimiz o şey. Gülün yaprağı, kokusu, rengi, gövdesi, dikeni ile bize anlattığı, lakin bizde daha fazlası, aslı olan şey.

SIR
Mustafa Kutlu
Dergâh Yayınları

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti