Suskunlar

'Göz'ün vazifesi sadece 'görmek' değil, Hakikat'i görmektir. Hakikat'i gören bir göz, artık başka bir şeyi göremez. Çünkü o artık, başka bir vazifeyle mükellef değildir ve başka bir gayesi de yoktur. [s. 165]
* * *
Suskunlar gerçekten de bir cümle ya da paragrafla anlatılabilecek bir kitap değil. Alıntılanmaya değer olan aslında kitabın bir bütünü... Kitapta ilk dikkati çeken, kitaptaki simgelemeler... Hatta bir simgelemler bütünü desek yeridir, kitap için. Amat'taki kadar olmasa da yine masalımsı bir anlatıma da sahip. Belirli bir eksen üzerinde ilerlediği için de (Mevlevîlik...), Amat'tan daha da çok dikkât çekecektir, kanımca.. Kitabın felsefî dili ve neredeyse bütün cümlelerde gözüken ironik yaklaşım, onu daha da değerli kılıyor. Benim en çok da Eflâtun karakteri dikkatimi celb etti. Çıkmış olduğu yolculukta, Galata Mevlevihânesi'nden kendisini yapılan “Gel” çağrısına uyup Konstantiniye sokaklarını arşınlarken karşılaştığı kişilere “beni siz mi çağırdınız, bir ihtiyacınız mı var?” gibisinden sözler sarf etmesine karşın, o eşhâsın “defol, git!” nevinden cümlelerle kendisine mukabele etmelerini, Mevlevi dergâhına vardığında “..beni siz mi çağırdınız? Bana siz mi “Gel” dediniz?” diye soran Eflâtun'u “Biz insanlara “Gel” diyenleriz. Doğru yere geldin.” diye karşılayan Mevlevî şeyhi, faraza, çarpıcı bir şekilde şöyle dillendiriyor:
“Senin buraya gelmenin sebebi sadece bizim “Gel” dememiz değil, ayrıca onların sana git demeleri. Hiç kimseye kötüdür deme. Aslında onlar, bilmeden iyilik eden insanlardır.” (sf. 122)
Oldukça uzun süren, 40(!) sayfalık arayışından sonra Mevlevî dergâhına varmasıyla da, tasavvuftaki “yol” olgusu çok iyi irdelenip simgelenmiş. Eflâtun'un o ilâhi besteyi işitip, hakikati bulunca sağır ve dilsiz olması da elbette ki işin hakikat yanı..
Kitabın girişindeki, Mevlâna Hazretleri'nin “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür” sözüne konu olan bir başka kişi de Kâhin... Kâhin de Eflâtun gibi “susuyor” kitabın sonunda. O da hakikati anlayanlardan artık. Ne var ki Anar, Mevlâna Hazretlerinin bu sözünü pekiştirmek için, bu iki karakterden birini âmâ diğerini de, sağır ve dilsiz yapıyor... Eflâtun dilsiz ve sağır iken, Kahin bir diğer gözünü de kaybederek kör oluyor.. Bu noktainazardan bakılınca, bir bakıma “kulak eğer gerçeği duyarsa gözdür” lafzı, “göz, eğer gerçeği görürse, kulaktır da...” demeye de gelmiş oluyor..
Ne var ki Mevlâ Hazretlerinin bir sözü ile başlayan kitap, aslında yine onun bir sözü ile bitmiş, üzeri örtük de olsa... Çünkü Mesnevî'nin ilk on sekiz beyti de bildiğimiz üzere “sözün kısa kesilmesi gerektiği” ile bitmekte idi. Anar da, bu bağlamda, “belki de susmak, gerçeği anlatmanın tek yoluydu...” diye bitirmiş, Suskunlar’ı... Elbette ki böylesi enfes bir kitap, en iyi bu şekilde bitebilirdi. Ne kadar ve ne söylense az kalır gibime geliyor Suskunlar için...
Fatih ÇODUR
Suskunların Simge(me)sel Dünyası - Cemal ŞAKAR [oku]
Ayşegül GENÇ'in yazısı [oku]
SUSKUNLAR
İhsan Oktay Anar
İletişim Yayınları
Yorumlar