Ölü Evinden Anılar

Parmaklıklardan her bakışınızda, hep aynı surları, aynı nöbetçileri ve aynı gökyüzü parçasını seyrederek yılların geçeceğini düşünürdünüz. Her defasında da onun hapishane üzerindeki değil de, başka yerlerdeki uzak ve özgür bir gökyüzü olduğunu düşlerdiniz. (s. 17)

Hapishane, dışarıdan çok farklıydı ve bu dünya bize aitti. Kendimize göre kurallarımız, giysilerimiz, davranışlarımız, geleneklerimiz vardı. Burası, dünyada bir eşini daha göremeyeceğiniz hayatların sürdürüldüğü, adeta yaşayan ölülerin bulunduğu bir evdi. Burada, çok özel insanlar vardı. İşte size anlatmaya koyulduğum da hapishanenin bu özel tarafıdır. (s. 18)

İnsanoğlu öyle bir varlıktır ki, zamanla hayatta her şeye alışır ve bu, onun en iyi tanımıdır. (s. 20)

Bir dakika bile yalnız kalmaya fırsat bulamamanın ne kadar berbat ve ıztırap verici bir durum olduğunu size asla tarif edemem. (s. 22)

Burası, ruhların karanlık gecelerde hayat bulduğu bir cehennemdi sanki. (s. 25)

Birbirlerine öyle müthiş bir ustalıkla söverlerdi ki bir an bu işin ilmini yaptıklarını zannederdiniz. (s. 26)

Suçun felsefesini anlayabilmek herkesin zanettiğinden çok daha güçtür. İnsanları zor kullanarak çalıştırma ve hapsetme sistemi, suçluyu kesinlikle topluma kazandırmaz. Onu sadece cezalandırır ve toplumun huzurunu bozmasına engel olur. Ağır iş cezası ve hapis, suçlunun içindeki nefreti, küstahlığı ve yasaklanan mutluluklara karşı susuzluğunu büyütür. (s. 29)

İnsan alın teri dökmeden ve kanunsuz yollardan para kazanmaya çalışırsa, asla geçinemez, ahlaken çöker ve kelimenin tam anlamıyla hayvanlaşır. (s. 32)

Para ve maddi çıkarların bir tefeci için ikinci dereceden önem taşıyan değerler olduğunu söylesem herhalde kimse inanmaz. Fakat inanın durum böyleydi. Tefeci, yaptığı işi büyük bir tutku ve sanat aşkıyla ifa ederdi. Hatta, "o bir şairdir" bile diyebilirim. Her çeşit riske atılır, korkunç tehlikelerle yüzleşir, kafasının için de binbir türlü şeytanlık döner ve yaratıcı zekâsını kullanarak her defasında paçayı sıyırmayı başarırdı -her ne kadar bazı zamanlar içgüdüsüyle hareket etse de-. Onların bu tutkuları en az kumara karşı olan tutkuları kadar kuvvetliydi. (s. 36)

Kız, arkamdan koşarak yanıma geldi ve benimle birlikte hizlı hızlı yürüyerek parayı elime sıkıştırdı. Bu arada, "Sevgili İsa adına lütfen bu parayı kabul edin, kimsesiz bay!" diye bağırdı. Daha sonra kız, yüzünde gayet memnun bir ifadeyle annesinin yanına döndü. Bense bu küçük meleğin bana verdiği kopeği uzun zaman sakladım. (s. 37)

Bir kere sinde aklıma şöyle bir düşünce gelmişti; bir mahkûma zulmetmek ve onu büsbütün perişan etmek için en cani katilin bile duyduğunda kanının donacağı ve ürpereceği en berbat cezayı vermek, yani; onu anlamsız, gereksiz ve saçmasapan işlerde çalıştırmak yeterli olacaktır. (s. 39)

[Mahkumlar birbirine hakaret ederken kullandığı ilginç bir cümle]

“Gevezelik ederken Türk kılıcıyla geber emi!”(s. 47)

Sonraları, bu adamlardan biri, eline geçen her fırsatta beni soymaktan asla vazgeçmemesine rağmen benim en sadık dostum olmuştu. Adam bu hırsızlık işini en ufak bir utanç duymadan, sanki içten gelen bir dürtüyle ve şuursuzca yapıyordu. Yine de ona kızıp sinirlenmek imkânsız gibi bir şeydi. (s. 49)

Düşüncemde belki yanlış olabilirim fakat bana göre; bir insanı sadece kahkahasıyla tanımak mümkün olabilir. Eğer size tamamen yabancı bir adamın ilk görüşte kahkahasından hoşlandıysanız, onun iyi biri olduğuna karar verebilirsiniz. (s. 67)

Nerede olursa olsun Rus insanı sarhoşa bariz bir sempatiyle bakar. Hapis hanede bile sarhoşlara daha farklı davranılırdı. Hapishane içiciliğinin de kendi içinde bir aristokrasisi vardı. (s. 69)

Diğeri ise daha ilk günden beri bende hoş bir izlenim bırakmıştı. Adı Nurra idi ve henüz çok gençti. Sapsarı saçları, masmavi gözleri, küçük kalkık bir burnu ve tıpkı Finli bir kadınınki gibi yüz hatları vardı. Boyu fazla uzun olmamasına karşın, Her kül gibi bir vücuda sahipti. Genç yaşına rağmen bütün bir ömrünü hep at üstünde geçirdiği için olsa gerek bacakları çarpık ve tüm vücudu süngü ve kurşun yaralarıyla doluydu. Kafkasya'dayken barışçı bir kabilenin üyesi olmasına rağmen gizli gizli dağdaki savaşçı kabileleri ziyaret ediyor ve Ruslara karşı yapılan saldırılarda onların yanında yer alıyor du. Hapishanedeki herkes onu severdi. Mahkûmların yaşantılarındaki içki alışkanlığı, hırsızlık ya da ihanet gibi pek çok ahlâksızlığı içten içe sorgular ve bunları düşündükçe içi hırsla dolardı. Fakat yine de, kimse hakkında kötü söz söylemez, her zaman sessiz sakin, uysal ve neşeli olurdu. Çalış maktan asla şikâyet etmezdi. Kimseyle kavga etmez, sadece hoşnutsuz bir ifadeyle başka tarafa dönerdi. Hapishanede kaldığı süre boyunca hiç hırsızlık yapmamış, uygunsuz en ak bir davranışta bulunmamıştı. Son derece dindardı. Dualarını büyük bir içtenlik ve inançla okurdu. Ramazan bayramından önce müthiş bir bağlılıkla oruç tutar ve her gece sürekli dua ederdi. Herkes tarafından takdir edilir ve dürüstlüğüne tartışmasız inanılırdı. Mahkumlar; “Nurra bir aslandır!” derler ve her zaman ona “aslan” diye hitap ederlerdi. (s. 99)

[Yazarın Dağıstanlı bir Tatar olan Ali ile ilgili intibaları]

İnanın ona baktığım zaman içimdeki tüm ağırlık ve sıkıntı hafifliyordu. (s. 100)

Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, Ali sıradan biri değildi ve hayatımdaki en iyi şeylerden biri onunla tanışmış olmaktı. Dünyada belli karakterler vardır. Tanrı onlara o kadar büyük bir iç güzelliği vermiş ve onları o kadar cömertçe kutsamıştır ki karşılaşabilecekleri en kötü durumlarda bile bu özelliklerini kaybetmezler. Bu insanları ne zaman düşünseniz içiniz müthiş bir huzurla dolar. İşte ben de şu anda Ali'yi düşünüyorum ve huzur içi deyim. Şimdi nerede acaba? (s. 102)

Müslümanlara has o cömert ve sade gülümsemeleriyle - ki taşıdığı azametten dolayı bu gülümsemeyi çok severim - (s. 106)

Sevgili, iyi yürekli Ali’m! Şimdi nerelerdesin acaba? (s. 107)

Bazı olaylar hakkında hüküm verebilmek için onu bizzat yaşamak gerekir. Birtakım manevi duygulardan mahrum kalmak, fiziksel acılara katlanmaktan çok daha zordur. (s. 107)

İnsanın özgürlüğü için feda edemeyeceği bir şey var mıdır acaba? Boğazından asılmakta olan hangi milyoner bir yudum nefes için milyonlarını feda etmez? (s. 130)

Mahkûmlar buraya sadece çalıştırılmış olmak için getirilmişlerdi. Onlar da bunun çok iyi farkındaydılar. Genelde böyle işlere oldukça isteksiz ve ilgisiz bir tavırla girişirlerdi. Verilen işler gerçekten bir anlam ve değer taşıdığında, özellikle düzgün bir iş için görevlendirildiklerinde ise mahkûmların hali görülmeye değerdi. O zaman tamamen hayat dolu ve neşeli görünürlerdi. Kendi çıkarlarına yarayacak hiçbir şey olmamasına rağmen canla başla çalışırlar ve işi mümkün olduğu kadar çabuk bitirebilmek için büyük çaba sarf ederlerdi. Hatta bunu gurur meselesi bile yaparlardı. Fakat şu anda bu işler bize gerekli olduğu için değil sadece yapmak zorunda olduğumuz için verilmişti. Bu yüzden de düzgün bir görevde çalışmamız pek mümkün değildi ve mahkûmların barakalara dönme zamanını bildiren sabah on bir trampetine kadar çalışmak zorundaydık. (s. 137)

Özgürlükten mahrum kalmış bir mahkûmun hayalleri, hayatını özgürce yaşayabilen bir adamınkinden çok daha farklıdır. (s. 156)

Hayatta öyle insanlar vardır ki büyük toplumsal hareket ya da ayaklanmalar sırasında ani ve etkileyici çıkışlar yaparak bir gecede gerçek görevlerinin ne olduğunu keşfederler. Onlar söz adamı değildirler ve davalarda asla lider konumuna gelemezler. Bununla beraber davaları ortaya koyan ve en önde çarpışan asıl kişiler bu insanlardır. Yaptıkları iş, olayı sadece fiile dökmektir, yoksa süslü laflar edip slogan atamazlar. Yine de engellerin üzerine giderek bir saniye bile düşünmeden korkusuzca hedefe yaklaşmaya gayret ederler ve insanlar onların ardından koşarak hiç düşünmeden hayatları nı bile feda etmeye razı olurlar. (s. 171-172)

Kalbinde var olan bazı tabuları bir kere yıkmıştır ve artık kutsal değerler onun için hiçbir şey ifade etmiyordur. (s. 174)

Bununla beraber şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; böyle durumlara genelde alt rütbelerden üst rütbelere getirilmiş subaylarda rastlanıyordu. Böyle adamlar bu tarz ifadeleri çok fazla kullanır ve bundan müthiş bir zevk alırlardı. Öyle sanıyorum ki sonradan elde ettikleri bu yüksek mevkiler akli kabiliyetleri de dahil, kalplerinde taşıdıkları tüm değerleri altüst ediyordu. Uzun yıllar boyunca ağır ve zahmetli işlerde ter döküp itaatin her derecesini yaşadıktan sonra birdenbire subay, beyefendi ya da kumandan sıfatlarını alırlar ve böyle bir duruma alışkın olmadıklarından kendilerine verilen güç ve önemlilik duygusunu çok fazla abartırlardı. Tabi bunu da rütbece pek önemsemedikleri kişilere yaparlardı. Amirlerine karşı olan tutumları ise her zamanki gibi son derece dalkavukça olurdu. Pek çok üst rütbeli subay bu tarz davranışları gereksiz ve iğrenç bulurdu. (s. 180)

Mahkûm kendisinin bir suçlu, bir serseri olduğunun farkındadır ve yüksek rütbeli insanların yanındaki yerini iyi bilir. Fakat ne vücudundaki yaralar ne de ayağındaki prangalar onun bir insanoğlu olduğunu unutturabilir. Ve madem ki o da bir insandı ona da herkes gibi davranılması gerekiyordu. Ey güzel Allah'ım! İnsanca muamele, ruhunda sana ait izleri çok uzun zaman önce kaybetmiş bu bedenleri bile nasıl da insana döndürebiliyordu Zaten en merhametli davranılması gereken insanlar da işte bu talihsizler grubuydu. (s. 181)

Bu tip insanlar kanunların özünü ve gerçek amaçlarını kavramadan, onları harfi harfine uygulamaya kalkarlar ve dolayısıyla da yasakların mahkûmlar için gök daha çekici olmasına neden olurlardı. (s. 235)

Sıradan insanımızın en çarpıcı niteliği adalete olan aşırı hassasiyeti ve derin tutkusudur. Bazı insanlar her zaman, her yerde ne pahasına olursa olsun daima önde olma isteğiyle ve o yere layık olup olmadığını bir kerecik olsun düşünmeden, tıpkı bir horoz gibi kabarıp dururlar. İşte bu tarz davranışlara sıradan insanlar arasında pek rastlanmaz. Sıradan insanların üzerinde var olan o görünmez kılıfı kaldırıp içindeki öze baktığınız zaman o ana kadar fark edemediğiniz pek çok cevherin varlığını keşfederdiniz. Bilgili insanımızın sıradan insanlara bir şeyler öğretmek gibi bir kaygısı yoktu. Hatta dan insanlardan öğrenecekleri çok şey olduğunu bile söyleyebilirim. (s. 244)

Bu zavallı insanların ihtiyacı olan tek şey sadece bir saatliğine bile olsa onları kendi hallerine bırakıp biraz olsun eğlenmelerini, mahkum sıfatından kurtulup değişik duygular tatmalarını sağlamaktı. (s. 260)

Ayrıca umut edebilme gücümü kaybetmemek için irademe destek olan tek şey ise, yeniden diriliş ve başka bir hayata karşı kalbimde var olan sonsuz arzu ve tutkuydu. (s. 444)

Ölü Evinden Anılar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Şule Yayınları

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti