Kelile ve Dimne

Debşelîm'in zamanında, Brahmanlar'dan, fazilet ve feraset sahibi, bilgisi ile meşhur ve her işte müracaat edilen bir filozof vardı ki, kendisine Beydebâ denirdi. Bu zât, Hükümdar'ın hâlini ve tebaasına ettiği zulmü görünce, O'nu bu durumdan döndürüp adalet ve insafa yöneltmek için bir çare düşündü. Bunun için öğrencilerini topladı ve şöyle dedi:

Size neyi danışmak istediğimi biliyor musunuz? Biliniz ki Debşelim'in hâlini, O'nun adaletten ayrılıp zulüm ve kötülüğe dalmış olmasını, yaşayışının kötülüğünü, halka fena muamelede bulunmasını uzun uzadıya düşündüm. Bizler, bu gibi şeylerin hükümdarlardan sadır olması hâlinde, onları iyilik yapmaya ve adaletten ayrılmamaya yönlendirmek için kendimizi yetiştirmiş kimseleriz. Bu duruma göz yumar ve vazifemizi ihmal edersek, başımıza istenmedik şeyler gelir; zira cahillerin gözünde onlardan daha cahil ve daha önemsiz konuma düşeriz. Yurdu terk edip gitmek kanaatimce uygun değildir. Onu bu yakışıksız hâli ve kötü gidişi üzerine bırakmamız da felsefemize göre mümkün olamaz. (s. 11)

Şu var ki akıllı kimse bulduğu çareler ile başkalarının atlar ve askerlerle beceremediklerini başarır. (s. 12)

Şayet hükümdarların hükümdar olmaları sebebiyle bir üstünlükleri varsa, filozoflar, hikmetleri sebebiyle daha üstündür. Çünkü filozoflar bilgileri dolayısıyla hükümdarlardan müstağni olabilirler, ancak hükümdarlar servetleriyle onlardan müstağni kalamazlar. İlim ve hayâyı birbiriyle kaynaşmış, birbirinden ayrılmaz öyle iki dost olarak görüyorum ki, içlerinden biri yok olunca diğeri de bulunmuyor. (s. 14-15)

Hakîmler (hikmet sahipleri) ancak iyiliği, cahiller ise bunun zıddını tavsiye ederler. (s. 15)

Hikmet, dağıtmakla bitmeyecek bir hazine, kıtlık görmeyecek bir ambar, eskimek bilmez bir elbise, devam edip gidecek bir hazdır. (s. 17)

Hikaye olunur ki, bir hükümdarın meclisi, dört âlimi bir araya getirmişti. Hükümdar onlara: "Her biriniz edep için temel teşkil edecek bir söz söylesin" dedi. İçlerinden biri: "Alimlerin en üstün vasfı susmalardır" dedi. İkincisi: "İnsan için en faydalı şeylerden biri akıl (bilgi, kültür) bakımından seviyesini bilmesidir" dedi. Üçüncüsü: "İnsan için en faydalı şey, kendisini ilgilendirmeyen bir şey hakkında konuşmamasıdır" dedi. Dördüncüsü de: "İnsanı en fazla rahata kavuşturan şey, kadere teslim olmaktır" dedi. (s. 17)

"Hükümdarların şarap sarhoşluğuna benzeyen sarhoşlukları vardır". Hükümdarlar, bu sarhoşluktan ancak âlimlerin öğütleri ve hakîmlerin terbiyesi ile ayılırlar. Hükümdarların vazifesi âlimlerin öğütlerini tutmak, âlimlerin vazifesi de dilleriyle hükümdarları düzeltmek, hikmetleriyle terbiye etmek, adaletten sapmaları hâlinde; geri dönebilmeleri için onlara gerekli olan apaçık delilleri ortaya koymaktır. (s. 22)

Gemi denizde ancak tayfalar sayesinde hareket eder, çünkü onlar gemiyi yolunda yürütürler; ancak büyük denizlere yalnızca ihtisas sahibi olan kaptan ile girilebilir. Gemi yolcular ile dolar, tayfaları da çok olursa batmamasından emin olmak mümkün değildir. (s. 25)

Allah Teálâ insana kâmil akıl, geniş ilim, güzel huy, sağlam din, kötülüklerden uzak iyi niyet lütfetmişse - kendi gayreti ile hak etmeden ve bu hususta bir mazisi bulunmadan - bunları bağışladığı için Ezelî Yaratıcı'ya ebediyyen şükretmelidir. (s. 40)

Bir kere, âlimler söz için çeşitli ifade tarzları ve takip edecekleri yollar bulmuşlardır. Kitap ise hem hikmet hem eğlenceyi bir arada ihtiva etmiştir. Bu eğlenceli hikmetinden dolayı, onu hem hakîmler hem de aklı kit olanlar beğenmişlerdir. (s. 45)

İnsana yakışan, kendinden önce hiç kimsenin elde edemediği sınırsız bir şey peşinde kendini yormamak, bunun için üzülmemek dünyasını ahiretine tercih etmemektir; çünkü gönlü birtakım gayelere takılıp kalmayan kimsenin, bunları elde edemeyince hüznü de az olur. (s. 48)

Bir de denilmiştir ki, dünyada yaşayan kimsenin düzene koyması ve gayret sarf etmesi gereken üç şey vardır: Bunların birincisi geçimidir. İkincisi, insanlarla karşılıklı münasebetleridir. Üçüncüsü de ölümünden sonra güzel anılmasını sağlayacak şeylerdir. (s. 50)

O dünya ki, ondan bir şeye sahip olan ona sahip değildir, onunla kalmayacaktır; onunla ancak aldanmış cahiller içli dışlı olurlar. (s. 56)

Ey nefis! Ailen ve akraban seni, onları gözetmek maksadıyla kendilerine harcayacağın şeyleri toplayıp yığmaya sevk etmesin; bu takdirde, kendisi yanıp da başkalarının kokusundan istifade ettiği güzel kokulu tütsü gibi olursun. (s. 57)

Doğruluğu, hiç bir arkadaş ve dostun denk olamayacağı bir rehber gördüm. (s. 61)

Dünya tuzlu su gibidir, onu içenin sadece susuzluğu artmış olur. (s. 62)

Akıllı kişi, bir durum gerçekleşmeden önce gerekeni yapan kimsedir, sen ise bu işin daha sen tedbir almadan gerçekleşmesinden emin olamazsın. Denilir ki, insanlar üç türlüdür: Dirayetli, daha dirayetli ve aciz. Dirayetli olanlardan biri, başın bir iş gelince telaşa düşmez, apışıp kalmaz, bu durumdan kurtulacağını umduğu çare ve çözümü bulmaktan geri kalmaz. Bundan daha dirayetli olan, önceden davranan ve hazırlıklı olan kimsedir; öyle ki musibetle karşılaşacağını vukuundan önce bilir, bunu gözünde fazla büyütmez, sanki musibet başına gelmiş gibi çaresini arayıp bulur; böylece hastalığa tutulmadan önce onu kökünden kazır, hadiseyi gerçekleşmeden önce def eder. Acize gelince, o tereddüt, temennî ve oyalanma içinde olur, nihayet helake maruz kalır. (s. 94)

Dedikodu çoğalınca merhamet ve şefkati yok etmesi uzun sürmez. (s. 106)

Nehirlerin suyunun tatlılığı denize varmadığı müddetçedir. (s. 113)

Gerçi sen bunu açığa vurmak istemedin, fakat aklı başında olan insan faziletini gizlese de o gizli kalmaz. Tıpkı gizlenip saklanan misk gibi; bu, onun güzel koku yaymasına ve hoş kokunun dalgalanmasına engel teşkil etmez. (s. 142)

Kelile ve Dimne
Beydeba
İz Yayıncılık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti