Sabredenler ve Şükredenler

Bilmiş ol ki, Allah Teâlâ sabrı, tökezlemeyen bir at, körlenmeyen bir kılıç, bozguna uğramayan bir ordu, yıkılamayan, hatta gedik bile açılamayan muhkem bir kale kılmıştır. Sabır ile nusret (zafere ulaşma) iki kardeştir, bunlar bir anadan süt emmiş ve hiçbir zaman birbirinden ayrılmayacaklarına dair yemin etmişlerdir. (s. 9)

Cüneyd b. Muhammed'e sabırdan sorulduğunda, "sabır, insanın yüzünü ekşitmeden acıları yudumlamasıdır" diye cevap vermiştir. (s. 19)

Zünnun da, "Sabır; insanın yasaklardan uzak kalması, belanın acılarını yudumlarken sükunet ve vakarını muhafaza etmesi, fakir düştüğünde de zengin görünmesidir" demiştir. (s. 19)

Bazıları da sabır; bela geldiğinde edep ve ciddiyeti muhafaza etmekten ibarettir, demişlerdir. Diğer bazıları da sabır, bela geldiğinde şikâyet etmemektir, demişlerdir. (s. 19)

Ebû Ali Dekkak diyor ki: "Sabır, takdire itiraz etmemektir. Şikayet etmeksizin belayı açıklamak sabra zıt değildir. Nitekim Allah Teâlâ, Eyyub aleyhisselam, "Başıma bu dert geldi.” (Enbiya/83) dediği halde, "Biz onu, hakikaten sabırlı bulduk" (Sad/44) buyurmuştur. (s. 20)

Denildi ki sabır, heva ve şehvet kuvvetinin karşısında akıl ve din kuvvetini hakim kılmaktır. Yani insan tabiatı, sevdiği şeyleri elde etmeye çalışır, akıl ve din kuvveti ise buna karşı çıkar, savaş bunlar arasında devam eder. Bu savaşın meydanı, kulun kalbi, sabır, şecaat ve sebattır.(s.22)

Bir kul, sabretmeye kendini zorlar ve onun üzerinde ısrarla durursa, sabır onun için bir tabiat olur. Nitekim Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) bir hadîs-i şeriflerinde, "Her kim sabretmek isterse, Cenab- Hak ona sabır ihsan eder" buyurmuşlardır. Bir kul iffetli olmaya çalışırsa, iffet onun için bir tabiat olur. Diğer ahlâklar da böyledir.(s.23)

Allah Teâlâ, başlangıçta kesinlikle şeytana hakimiyet vermemişti; fakat insanlar, ona itaat etmekle, onun ordusuna ve fırkasına (hizbine) girmekle, onu kendilerine hakim kılmışlardır. Yoksa o, bizatihi kendi kuvvetiyle onlara hakim olmuş değildir. Zira onun hilesi zayıftır. Öyleyse onun hakimiyeti İnsanların irade ve ihtiyarı iledir. (s.30)

Tirmizi'de ve diğer hadis kitaplarında Peygamber efendimizden rivayet edilen bir hadîs-i şerifte, şöyle buyurulmuştur:

"Kardeşim balık sahibi (Yûnus aleyhisselam) hani balığın karnında:

"Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni noksanlıklardan tenzih ederim. Ben gerçekten haksızlık edenlerden oldum.” (“Lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn”)(Enbiyâ 21/87)

diye dua etmişti ya, işte kederli bir kimse bu dua ile dua ederse mutlaka Allah Teâlâ, onun kederini giderir." (s. 39)  

Sabır, emredilenlerden olunca, Allah Teala sabra yardım eden ve ona ulaştıran birçok sebepler kılmıştır. Cenab-ı Hak, herhangi bir şeyi emrettiğinde mutlaka ona yardım eden bir çok sebepler kılar. Nitekim Cenab-ı Hak takdir etmiş olduğu her hastalığın devasını da takdir buyurmuştur. (s. 60)

Bir kimsenin kalbinde Allah’ın azameti yerleşirse, kalbi onun günah işlemesine itaat etmez. (s. 63)

Nitekim meşhur bir eserde denilmiştir ki, "Bazı günlerde Allah Teâla'nın rahmet esintileri vardır. O esintiler için hazırlıklı olun. Allah'tan kusurlarınızı örtmesini ve korktuklarınızdan emin kılmasını isteyin. Kul, halini devamlı Allah'a arz ederse saatlerden öyle bir saate tesadüf eder ki orada Allah'tan ne isterse mutlaka onu verir." Kime dua etme isteği verilmiş olursa, duası kabul edilir. Çünkü Cenab-ı Hak, onun duasının kabul edilmesini istemeseydi, dua etmesini ona ilham etmezdi. Nitekim denilmiştir ki, "Cömert ellerinden umduğumu ve isteğimi vermeyi murad etmeseydin, istemeyi bana adet edindirmezdin." (s. 67)

Allah Teala, Hz. Adem ile Hz. Havva’yı cennetten kovmadı; ancak, oraya daha mükemmel olarak dönsünler diye çıkardı. (s. 67)

Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle demişti: "Herhangi bir Müslüman’ın başına, yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allah bunları o Müslüman’ın hatalarına keffaret kılar." (Buhârî ve Müslim) (s. 91)

Allah Teâlâ, zengin kılmayı, duayı kabul etmeyi, rızık vermeyi mağfiret etmeyi ve tevbeyi kabul etmeyi dilemesine bağladığı halde şükrün mükâfatını kesin olarak vereceğini vaad etmiştir. Zengin kılmada; "Allah dilerse, sizi yakında fazlından zengin kılar." (Tevbe/28). Duayı kabul etmede; "O da dilerse bertaraf edilmesine yalvardığınız belayı kaldırır." (En'am/41)

Rızık vermede; "Allah dilediğine hesapsız rızık verir." (Bakara/ 212). Mağfiret etmede; "Doğrusu Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; ama ondan aşağısını, dilediği kimseler için, bağışlar" Nisa/48) Tevbeyi kabul etmede; "Allah dilediğine tevbe nasip eder" (Tevbe/15). Şükrün mükâfatını verme de; "Şükredenlere ise muhakkak mükafat vereceğiz" ve başka ayette de, "Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır." (Al-i İmran/144-145) buyurmuştur. (s. 134)

Rivayet edildiğine göre, Aişe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah eve girdiğinde yere düşmüş ekmek kırıntıları gördü. Onları temizledi ve “Ey Aişe! Allah'ın sana vermiş olduğu bu nimetlerin kadrini ve kıymetini bil, çünkü bir nimet bir evden uzaklaşırsa onlara kolay kolay geri dönmez” buyurdu. (İbn Ebi'd-Dünya) (s. 143)

Hişam b. Urve babasından, o da Aişe (r.a.)'dan naklen rivayet etti. Aişe (r.a.) dedi ki: "Rasûlullah dünyadan çıktı, buğday ekmeğinden doymadı. Vefat ettiğinde ehli için almış olduğu yiyecekten dolayı zırhı bir Yahudi'nin yanında rehin bulunuyordu." (s. 183)

Sabredenler ve Şükredenler 

İbn Kayyim el-Cevziyye 

İnsan Yayınları

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti