Maârif
"Hidayet eyle bizi doğru yola" dedim. Ey Allah, benim her cüzümü nimetlerle hoşluk ve rahatlık şehrine ulaştır ve her cüzüme binlerce hoşluk kapısı aç. Doğru yol odur ki; hoşluk șehrine ulaştırır ve eğri yol odur ki; hoşluk şehrine ulaştırmaz. (s. 17, 1. Fasıl)
Bu cihanda eğer bana Allah'ı görüp görmediğimi sorarlarsa, derim ki ben kendim göremiyorum çünkü "Beni katiyyen göremezsin" (7/143) der ama O kendini gösterdiğinde görmeyip de ne yapayım? (Vallahualem) (s. 18, 1. Fasıl)
Allah'tan bütün muradım Allah'tır. (s. 18, 2. Fasıl)
Dedim: Ey Allah, beni kendinden uzaklaştırma zira her bela senden uzaklaşmadadır. (s. 21, 5. Fasıl)
Tekrar baktım iki şey gördüm. Birisi muhabbetle Allah'ı tazimdir ki bu istenendir ve Allah'ın hoşuna gidendir ve hayattır. Öbürü muhabbetsiz tazimdir ki istenen değildir ve Allah'ın hoşuna gitmeyendir. Şimdi her ne vakit Allah bana zikretmek, nazar etmek, tazimde bulunmakla hayat nuru ve neşesi verse bundan anlarım ki o bakış ve o zikir ve o tazim Allah tarafından beğenilmiştir. Hangi zikir, nazar, amel ve tazimde hayat nuru ve neşem azalırsa anlarım ki o Allah'ın beğendiği değildir. Tekrar Allah'a müracaat eder ve O'nun beğendiğini talep ederim. (s. 21, 5. Fasıl)
Oturmuştum, dedim ki neyle meşgul olayım? Allah ilham verdi: Zâtı sana onun için verdim ta ki bana hayran olduğunda ve gönlün benim kurbetimden yorulunca kendine nazar edesin ve kendinle meşgul olasın. Dedim; o halde iki varlık var: Birisi Allah diğeri ben. Allah'a bakarsam hayran kalırım, kendime bakarsam endişelenirim. Meğerki kendimi öne koyarım ve Allah'a bakarım ki ey Allah, benim bu vücut aşımı benim önüme sen koydun; o böyle murdar, acı ve böyle tatsız bir lokmadır. Bu bana eziyettir! Bunu önümden al ta ki senin cemalin ey Allah, perdenin ardından ortaya çıksın. (s. 23, 6. Fasıl)
"Ey Ali, kim haram yerse, kalbi ölür, dinini yaralar, yakini azalır, ibadetleri eksilir ve duası kesilir." Lokma bir tohum gibidir ve senin onu yemen onu ten tarlasına ekmek demektir. Şimdi kendi ten tarlana bak ki ona giren ve çıkan nedir ve meyvesi de nedir? Eğer sende bunlar varsa bil ki haram yemişsin, eğer bunların zıttını görürsen o vakit bil ki helal yemişsin. (s. 24, 7. Fasıl)
Görürüm ki ömür suyu gayb deryasından gelir ve yine gayb deryasına geri döner. Böyle ki benim bu manalarım yokluktan vücuda gelir ve vücuttan yokluğa gider. Vücuttan yokluğa bir adım fazlasını göremem. Ama manaya ulaşınca emin oldum yani manaya ulaşınca Allah'a ulaştım ve kendi muradımı buldum. (s. 25, 9. Fasıl)
Allahu Ekber dedim. Gördüm ki bozuk ve Allah'ın dışındaki bütün düşünceler yıkılıp gitti. (s. 26, 10. Fasıl)
Var Eden'in zikrinin mahalli olan ten ve zihin başkasıyla meşgul olunca görürüm ki Allah Teâlâ ona dert gönderir. Ki ey teni bize tercih eden kimse, bizim zikrimizin letafetinden geri kalan çaresiz bizim gayrımızın pisliğinin derdine müptela olur. (s. 27, 11. Fasıl)
Mescide gittim. Başım ağrıyordu. Dedim: Allah'ı öyle zikretmeliyim ki o beni bütün baş ağrısından, bütün dertler ve endişelerden kurtarsın. Dedim: Allah'ı andığımda bana ulaşan her hoşluk ve güzelliği alayım ve böylece Allah'ı anayım. (s. 27, 12. Fasıl)
Allah'ı böylece zikrederim: Ey Allah ve ey Hüdavend, benim bu etim ve bedenim senin kapının eşiğidir. Ben orada uyuyup oturarak senin yanındayım ve senin yanından hiçbir yere gitmem. Ey Allah, ben bu sana ait dükkâna benzer bedenimi ve nakışların olan hislerimi önüne koydum ta ki onu hangi nakşa koyarsan koy. Ey Allah, ben senin huzuruna geldim, zira benim efendim sensin. Senden başka kimim var? Ey Allah, buradan gidersem nereye giderim? Nerem var ki oraya ineyim ve orada kalayım? Zira benim efendim sensin ve senden başka efendi kim olabilir? Bilmiyorum. (s. 28. 12. Fasıl)
[Allah'ı] öyle seveyim ki hoşluk ve kederimden haberim olmasın. Tahiyyat okuduğumda bütün övgüleri Allah'a yaparak aşıklar gibi sevgilinin önünde yüz binlerce beyit söylemek isterim. Sübhaneke dediğimde anlarım ki sübhaneke Allah'ın cemaline hayran olmaktır. Öyle ki başkasına bakmak adetine tevessül etmeyeyim ve Allah'tan başkasını düşünmeyeyim. (s. 30. 15. Fasıl)
Söz, dil yolundan gelen gönlün özüdür. Sözün doğru olduğu vakit gönül de doğrudur. Söz, sırat köprüsü gibidir: İnce ve keskin. Onun keskinliği doğruluğundandır, dağa vursan, deler geçer. Ona herkes yol bulmasın diye incedir. Bu söz yolunda ne kadar ilerlersen o ölçüde sıratı geçersin. Bu yolun inceliği söylenenin yüceliğindendir. (s. 36, 19. Fasıl)
Allah kendisini tanımam, sevmem ve Ondan istekte bulunmam için uyku vaktinde bana istirahat, kalktığımda ise uyanıklık verir. Şimdi benim bütün cüzlerim Euzubillah derler. Yani bütün rahatlığı Allah'tan isterim. Bütün ferahlığı Allah'ın likasından isterim. Benim bütün ümitlerim ve hoşluklarım Allah'tandır. Allah'ı andığımda O'nun beni kendi tarafına dostluk ve ikramla çektiğini ve davet ettiğini bilirim. O anda kendi ruhumun secde ederek huzu içinde Allah'a geldiğini ve üzerinde bulunan bütün gaflet ve suret kisvelerini âşıkane parçaladığını ve yırttığını görürüm. (s. 37, 19. Fasıl)
Allah'ın yarattığı bu cemal sahibi harika güzellere nazar ediyordum. Yine nazar ettim ki Allah bu güzelleri yaratılış ve cana bu kadar güzel bir perde yapmıştır. Dedim: Yarattığı böyle gönül çalan olursa, Allah'ın kendi zâtı nasıl olur? Yine görüyordum ki suretin terkibi sözcüklerin terkibine benzer. Zira "kün" ifadesiyle her şey var olur. Öyleyse bütün âlem bir "kün" ile var olan bir kelamdır. O'nun kelamı bu kadar güzelse acaba Onun zâtı nasıldır? (s. 37, 20. Fasıl)
Eğer kemali görürsem "elhamdülillah" derim ve eğer noksanı görürsem "inna lillahi" derim. (s. 38, 20. Fasıl)
Aşk ve muhabbetin olduğu yerde nitelikte bahsedilemez. Nitelik ne zaman gelse aşk ve muhabbet gider. (s. 38, 20. Fasıl)
Şimdi eğer bir ârif bir âh etse ona neden âh ettiğini sorma. Çünkü o, âhını izah edemez. Zira o âh, benzersiz güzellikten dolayıdır. O halde bu âhın keyfiyeti nasıldır? Gözyaşı gözden yağdığında benzersiz olandan dolayı yağar. Sen onu benzerlikte arama. (s. 38, 20. Fasıl)
Gördüm ki ibadet, aşkın nihayeti ve dostluğun son noktasıdır. (s. 41, 22. Fasıl)
Dedim: Ey Allah, nazarımı ziyade eyle ve bana sabahlara verdiğin nazardan bahşet. Züleyha'ya Yusuf'un cemalini görmek için verdiğin nazardan seni görmem için bana da ziyadesiyle ver. O nazar cemalden değildir zira Yusuf'un kardeşleri Yusuf'un cemalini gördüler ancak kendilerinden geçmediler. Çünkü o nazara sahip değildiler. (s. 42, 23. Fasıl)
Birisi sordu: İşlediğim günahlara istiğfar etsem acaba o günah benden kalkar mı? Dedim ki: Sen kendine nazar ederek Allah'ın o günahı affedip affetmediğini anla. Bunun mânâsı şudur ki; işlediğin günaha istiğfar ettiğin zaman eğer o eski günahı işleten o haslet gönlünden silinip gittiyse ve tekrar ona yaklaşmazsan ve onun ağırlık ve siyahlığı gönlünden çıkmışsa bil ki Allah senin günahını affetmiştir. Eğer senin gönlün o günah üzere ise ve onun ağırlık ve siyahlığı seninle olursa bil ki Allah seni affetmemiştir. Bağışlanmanın işareti gönlünün rikkat ve itaatle huzuru bulmasıdır ve gönlün günahtan nefret eder. Eğer biraz günahın perişanlığı içinde kalsa veya gönülde azıcık siyahlık kalsa Allah'ın itabının birazı seninle kalır. Bu Allah'ın seni istiğfarla bağışladığını bilmen içindir. Günahın verdiği tutkunluğu senin ruhundan kaldırdığını gördüğünde ve sana ferahlık ve rahatlık verdiğinde ve ruhundan nahoş vasıfları aldığında bil ki seni affetmiştir. Her ne kadar âlemde günahkârlar. (s. 51, 31. Fasıl)
Sen gece temiz ve abdestli uyuduğunda bütün gece ibadette olursun. Sen zahirini temiz tutarsan batının bütün parçaları fasit arzulardan pak kalır. Ruhun uykuda güzel sahralara ve iklimlere gider, tenin sağlıklı olur ve kuvvet alır ve nefeslerinin tohumları buğday tanelerinden oluşmuş tepeler gibi olur. Uyandığında o tohumları kime ekersen onlardan hep itaat ve hayır sümbülleri ortaya çıkar. Eğer taharetsiz ve nâ-pak uyuduysan nefes tohumları solar, güve onu yer, Özü gider ve kabuğu kalır. Uyandığında nefes sümbüllerinin üzerinde o kadar fazla güve olduğunu ve onlar tarafından yendiğini görürsün ki ondan hiçbir şey bitmez. (s. 59, 38. Fasıl)
Öyle gayret et ki bütün bedenin nura dönsün. (s. 60, 39. Fasıl)
Bu dünya faydalarının ve hayallerinin kaç kere gelip gittiğini ancak hiçbir şekilde kalmadıklarını gördün. Onun neticesini ne dünyada ne de ukbada görebilirsin. Ama senin saadetin ahirete ve ahireti arzulamaya bağlıdır. (s. 62, 40. Fasıl)
Heekesin ahvali hem bu dünyada hem de diğer dünyada kendisinin saadet ve keder sebebi olmuştur. (s. 62, 41. Fasıl)
Bu âlemin işleri ihmale gelmez ve Müslüman da işinde ihmalkarlık etmez. İhmal ile yapılabilecek kalıcı bir iş ben bilmiyorum. (s. 65, 43. Fasıl)
Allah'ın kerem sofrasında nasıl bir eksiklik gördün ki bu kadar ümitsiz oldun? (s. 69, 47. Fasıl)
Ey Rahman ve Rahim olan, benim biçareliğimi görürsün. Tereddüt içindeyim ve gönlüm bir yerde karar kılmaz. Bana yakîn bağışla ve beni bu tereddütten kurtar. Gönlümü kani etmek için sıkıntıya katlanamam. Yüceliğinden bana sıkıntısız ve sebepsiz bir kararargah bağışla. Ey Rahim, dergâhının şefkatinden bana şefkat ver ve aşkı bağışla. Ey Rahman, bu dağınıklıkların ortasından bana eziyetsiz ve benzersiz bir aşk ver. Beni kurtulmuşlar ve müminler zümresinden eyle. Ve beni daima huşu ile kendi kulluğunda sakla. Ey düşünce bağışlayan, benim varlığımı benden at ve daha iyisini bana lütfet. Bu vücut anlayışının halkasını boynumdan çıkar ve varlığımın haberini benden uzaklaştır. Beni kendimdem habersiz et ve bana rahmetin ve lütfun vasıtasıyla bir haber ve rahatlık ver. Ey Allah, beni kendi tatlarından mahrum etme. Zira senden başka hiç kimsem yok. Senden istemeyeyim de kimden isteyeyim? "Rabbim, beni tek başıma bırakma." (Enbiya 21/89) (s. 192, 147. Fasıl)
Allahu Ekber'in manası şudur ki:
Ey kul, senin günahın O'nun rahmetinden daha azdır ve O'nun keremi senin cefandan daha çoktur. Sen asla ümitsiz olma. (s. 196, 149. Fasıl)
Bil ki halkın bütün sıkıntısının sebebi, başkalarının kötülüklerini düşünmektir. (s. 203, 154. Fasıl)
Din, dert ve seni meşgul eden her şeyde müşkül ve şüpheyle karşılaştığında ve daralıp tatsız kaldığında "Ey her zor kendisine kolay gelen" manasıyla Allah'ı zikret. Yani bütün bu zorlukları benden uzaklaştır ve bütün bu sıkıntıları benden def et. (s. 208, 157. Fasıl)
Daima düşmanın çehresiyle bulunman senin eziyetinin kaynağıdır. Senin düşmanın suretiyle beraber olduğun kadar kimse dostun suretiyle dahi beraber olamaz. Dostun bulunduğu yerde neden onunla değilsin? Düşmanla aranızdaki bu aşk da nedir? Dostunla öyle meşgul ol ki düşmanın hatırına gelmesin. (s. 233, 177. Fasıl)
Kendi evlat ve dostlarıyla meşgul olan zamanla yok olur ve kendi cinsinden olmayanı kendi yerine koyar. Ne vakit ki kendin olursun, daima Allah ile var olursun. (s. 234, 178. Fasıl)
Halin senin Yusuf'undur. Mesela, Allah'a olan nazarın ve Allah'a olan yakınlığın senin Yusuf'undur. Ne zaman bu hali kaybetsen Yusuf'u kaybedersin. Ağla ve inle. Ne vakit bu hali bulursan kaybolmuş Yusuf'u bulmuş olursun ve fazlaca keşfe erersin. (s. 249, 189. Fasıl)
Daha ne zamana kadar uyku ve humar dolu gözünle aşkı arayacaksın? Bir müddet aşkı uykusuzlukta ara. (s. 249, 190. Fasıl)
Neden gamlanırsın? Bütün eziyet ve gamlardan kurtulmak için Allah’a aşık ol. (s. 255, 194. Fasıl)
Maârif
Bahaeddin Veled
(Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin babası)
Yorumlar