İnsanlığımı Yitirirken


İnsanlığımı Yitirirken, bu kadar hüzünlenerek okuduğum nadir kitaplardan biridir sanırım. Değerlerin yitimi ve insanlık karşısında savruluşun hazin bir hikayesi. Yazarı Osamu Dazai’nin hayatından da kesitler yer alıyormuş kitapta. Nitekim Dazai de yaşamını intihar ederek sonlandırmış. Paylaştığım satırlar kitabın kahramanının ruh halini anlamak için izler taşıyor:


Ben küçükken babamın mensup olduğu siyasi partiden ünlü bir sima kasabamıza konuşma yapmaya gelmişti. Dinlemek için uşaklarımızla birlikte tiyatro salonuna gitmiştim. Salon tıklım tıklımdı. Babamı, tüm ahbapları dahil neredeyse tüm kasaba halkı avuçları patlarcasına alkışlıyordu. Ama gece bittikten sonra, dinleyiciler geç vakit karlı yolda üçerli beşerli gruplar halinde evlerine dönerken konuşmayla ilgili ağır laflar ediyorlardı. Aralarında babamın ahbapları da vardı. Açılış konuşmasını beceriksizce yaptığı, şu ünlü siyasetçinin ne demek istediğinin anlaşılmadığı... Babamın "yoldaşları" öfkeli ses tonlarıyla konuşuyorlardı. Bu aynı insanlar, daha sonra evimize uğrayıp misafir odamıza girerek, çok neşeli yüzlerle babama o akşamki konuşmada çok başarılı olduğunu söylediler. Annem akşamki konuşmanın nasıl geçtiğini sorduğunda, uşaklarımıza varana kadar, herkes çok ilgi çekici olduğunu söyleyip hiçbir şey yokmuş gibi davranmıştı. "Konuşmalar kadar sıkıcı bir şey olamaz." Oysa yol boyunca hayıflamp durmuşlardı.


Bu küçücük bir örnekten ibaret. Karşılıklı olarak birbirlerini kandırıp, üstelik ne tuhaftır ki, hiçbir yara almadan, sanki bunun farkında değillermiş gibi gerçekten çarpıcı, berrak ışıltılar yayan şen inançsızlık örnekleriyle dolu insan yaşamı. (s. 21)


Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar, iplikle bile yaralanırlar. Bazen mutluluk da insanları yaralayabilir. (s. 49)


İnsanlar bana hep iyi davransalar da, “dostluk” denen şeyi bir kez bile tadamamıştım. (s. 65)


İnsanların beni sevdiğini bilsem bile, sanırım onları sevme yeteneğim yoktu. (Aslında, diğerlerinin de "sevgi" yeteneklerinin olup olmadığı konusunda şüphelerim var.) O halimle "gerçek dost" edinebilmem mümkün değildi, üstelik onları "ziyaret" etme yeteneğim de yoktu. (s. 65)


“Babacığım. Dua edince Tanrı’nın her şeyi vereceği doğru mu?" 

Esas ben, o duayı etmek isterdim. 

Tanrım bana güç ver! İnsanların özünü anlamama yardım et. İnsanlar diğer insanların üzerine hassalar da cezası yok. Bana bir öfke maskesi ver! 

“Evet, öyle. Sana her şeyi verecektir ama bana vermez herhalde." 

Tanrı'dan bile korkuyordum. Tanrı sevgisine değil, sadece cezalandıracağına inanıyordum, inanç. Bu, sadece Tanrı'nın kamçısını yemek için boyun eğerek mahkeme kürsüsüne ilerlemek için gerekiyor gibiydi. Cehenneme inansam bile, cennetin varlığına bir türlü inanamıyordum. (s. 71)


Toplum nedir ki? İnsanların çoğulu mu? Bu toplum denilen şey somut olarak nerededir? Yine de her nasılsa, şiddetli, sert, korkutucu bir kavram olduğunu düşünerek yaşamıştım hep. (s. 73)


Eskiden beri insanlık ehliyeti olmayan bir çocuktum. (s. 89)


Tek dayanağım erdem için bile şüphe taşır hale gelmiş, artık herşey anlaşılmaz gelmeye başlamıştı. (s. 94)


Karlı bir Tokyo gecesiydi. Sarhoş halde Ginza’nın arka sokaklarında "Burası memleketimden millerce uzak, burası memleketimden millerce uzak" şarkısını defalarca mırıldanarak, kar birikintilerini ayakkabımın ucuyla tekmeleye tekmeleye yürürken aniden kustum, ilk kez kan kusuyordum. Karın üzerinde kocaman bir Japon bayrağı oluşmuştu. Bir süre çömeldim ve sonra temiz karları elime alip yüzüme süre süre ağladım. (s. 97)


İnsanlığımı Yitirirken

Osamu Dazai

Türkçesi: Hüseyin Can Erkin

Sel Yayıncılık 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed’in Liderliği

Râvi

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde