Küçük Ağacın Eğitimi

Okur Dergisinin 8. Sayısında yayımlanan Küçük Ağacın Eğitimi kitabına dair yazımı aşağıda paylaşıyorum:

“Ne kadar uzağa gittiğini bilmiyorsan, çok uzaktır. Kimse bana söylememişti. Sanırım Büyükbaba da bilmiyordu.”

Yıllar önce buna benzer hisler taşıdığımı hatırlıyorum. Bu durumu “Küçük Ağaç”ın tespit ettiğini görmek hoşuma gitmişti doğrusu. İnsanız, duygularımızın paylaşılmış olması hoşumuza gidiyor. Yazarların tercüman olması daha da memnun ediyor galiba.

Evet, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen yollar, hiç bitmeyeceğini sandığımız yıllar ve geçip giden ömrümüz... Ömür bahçesindeki en uzun vakit de çocukluk mevsimidir sanırım. Bu hissiyat, bahçenin ne kadar büyük ve uzağa gittiğini bilmeyişimizden olabilir. Ya da hayata dair en çok şey öğrendiğimiz zaman dilimi olduğu içindir. Kim bilir?

Gülün rengi ve kokusu ruhu okşar. Lakin dikeni vardır, itiyat gerektirir. Karnın mı acıktı? İşte orada bir parça ekmek ve tuz. İşte orada domates ve salatalık fideleri. Kendine güzel bir ziyafet çekme vakti! Miden bir parça yaramazlık mı yapmak istiyor? Üzüm koruğu ve isottan “terleme” yapabilirsin. Anneannen bunun mideni bozduğunu düşünebilir. Dayıoğluyla gizlice kayısı ağacına çıkıp “terleme” yemenin lezzeti neyle ölçülebilir? Bazen minik heyecanlar ve yaramazlıklar iyi gelir insana.

Bunlar benim çocukluğumdan kalan birkaç küçük ama unutulmaz hatıra. “Küçük Ağaç” kadar olmasa da doğada bir şeylerin nasıl neşv-ü nema bulduğunu görebildik çok şükür. Sebze ve meyvelerin marketlerde yetişmediğinden haberdardık.

Sahi, kimdir bu “Küçük Ağaç”? Bir Cherokee Kızılderilisidir. Henüz 5 yaşındayken vefat eder anne ve babası. Çocukluk yıllarını Büyükannesi ve Büyükbabasının yanında, kasabadan uzakta, dağların arasındaki ormanların içinde geçirecektir.

Yaşayarak, uygulayarak ve sorumluluk alarak büyümenin güzelliğini görürüz onun yaşamında. Hayatın renklerini ve güzelliklerini bizzat yaşayarak öğrenir: “Vahşi ortamda yetişen her şey, ehlileştirilmiş olanlardan yüz misli daha güçlüdür. Yerden yabani soğanları çıkardık. Bir avucu bile ehlileştirilmiş soğanların bir kilosundan daha fazla koku taşıyordu.”

“Büyümek” için ne gerektir diye soracak olursanız? Cevabımız mesuliyet vermek olur. Çünkü insan aldığı sorumluluk kadar olgunlaşır. Güven duyulduğunu hissetmek özgüveni artırır. Büyükbabası da bu durumu bildiği için yerleşim yerinden aldıkları yakıt tenekesini dönüş yolunda Küçük Ağaç’a taşıtır. Tenekeyi doldurmak “epey pahalı” olmasına rağmen.

Sadece doğa ve vahşi hayata karşı bilgiler edinmez Küçük Ağaç. Ahlaki değerleri de öğrenir büyüklerinden ve onların dostlarından. İyi bir şeyle karşılaştığı zaman yapması gereken ilk şeyin insanlarla onu paylaşmak olduğunu söyler büyükannesi. “Bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsiniz.”

Bay Şarap, dürüst ve tutumlu olmasını salık verir ona. Elinden geleni yap, der. Başkalarını önemsemeye değer vermenin her şeyden daha önemli olduğunu söyler. Bu değerlere sahip olmadan “modern” olman ya da “teknik” kabiliyetlerinin çok iyi olması bir kıymet-i harbiye ifade etmez. Bilakis, bunları “kötülük ve yakıp yıkma için kullanman mümkünden de ötedir”.

Kitaptan Altını Çizdiğim Satırlar:

Güldü, “Yalnızca Ti-bi, yani arı, kullanabileceğinden daha fazlasını depolar... Bu yüzden ayı tarafından soyulur. Rakun ve Çerokiler tarafından da... Paylarından fazlasını depolayan ve kendilerini besleyen insanlar için de bu böyledir. Ellerindekini kaptırırlar. Bu konuda savaşlar olur... Uzun konuşmalar yaparak paylarından fazlasını ellerinde tutmaya çalışırlar. Bir bayrağın onlara bunu yapma hakkını verdiğini söylerler... Erkekler, sözler ve bıçaklar yüzünden ölürler ama Gidişat'ın kurallarını değiştiremezler.” (s.17)

Tenekeyi doldurmak epey pahalıydı; böyle olduğu halde Büyükbaba kulübeye dönüş yolunda tenekeyi taşıtarak bana duyduğu büyük güveni gösterirdi. (s.21)

Büyükanne doğru yaptığımı söyledi çünkü iyi bir şeyle karşılaştığın zaman yapman gereken ilk şey bulabildiğin insanla onu paylaşmaktır bu şekilde iyilik öyle bir yayılır ki nereye gittiğini bilemezsiniz. Ki bu da doğrudur. (s.74)

Sonra, "Beden aklı her şeyi ele geçirirse, ruh aklı bir fındık büyüklüğüne küçülebilir ve ortadan kaybolabilir. Böyle bir durumda ruhunu tümüyle kaybedersin. Böylece ölü insan olursun," dedi. Büyükanne, ölü insanı kolayca tanıyabileceğini söyledi. “Bir kötü insana baktığın zaman pislikten başka bir şey görmezsin. Onlar öteki insanlara baktığı zaman kötüden başka bir şey görmezler. Ağaca baktıkları zaman kereste ve çıkardan başka bir şey görmezler; hiçbir zaman güzellik görmezler. İşte onlar yürüyen ölü insanlardır. (s.77)

Politikacı konuşurken, bayan küçük sigaralar yaktı ve içti. Büyükbaba, bunların hazır sigaralar olduğunu söyledi. Kendi sigaralarını saramayacak kadar tembel olduklarından bunu zengin insanlar içerdi. (s.103)

Büyükbaba bana, New York'un yaşamak için yeterince toprağı olmayan insanlarla dolu olduğunu ve yarısının bu şekilde yasamaktan delirdiğini söyledi. Bu ona göre kendilerini vurmalarının ve pencereden atlamalarının nedeniydi. (s.115)

Yakıotunun üzerinde büyük bir eflatun çiçek vardır. Kabuğunu soyup çiğ çiğ yiyebileceğin uzun uzun bir sapı vardır. Pişirilerek de yenebilir ve tadı kuşkonmaza benzer.

Mantar, sarı battaniyelere benzeyen evlekler halinde kenarlarında çıkar. Biberli yapraklarla, parlak kanarya rengi küçük başlar büyütür. Büyükanne mantarı diğer yeşilliklerle karıştırır ve bazen de tohumları öğütüp macun gibi yaparak masa mantarı pişirir.

Vahşi ortamda yetişen her şey, ehlileştirilmiş şeylerden yüz misli daha güçlüdür. Yerden yabani soğanları çıkardık. Bir avucu bile ehlileştirilmiş soğanların bir kilosundan daha fazla koku taşıyordu.

Hava ısındıkça ve yağmurlar geldikçe, canlı renklerdeki dağ çiçekleri yamaçların her yerine yayılır. Torpil çiçeklerinin uzun, yuvarlak, kırmızı tomurcukları vardır. Bunlar o kadar parlaktır ki boyanmış kâğıda benzerler. Çan çiçeği kayaların ve çatlakların arasında üzüm kadar güzel saplardan sallanan küçük çiçekler büyütür. Acı köklerin, toprağı kucaklayan sarı orta kısımları olan büyük lavanta rengi suratları vardır. Ayçiçekleri ise çukurun diplerindedir. Uzun saplıdırlar ve üzerlerindeki pembe-kırmızı kenarlarla söğütler gibi sallanırlar. (s.127)

Güz doğanın merhamet zamanıdır. Sana ölmekte olanlar için işleri düzene sokma şansı verir. Ve böylece, işleri düzene soktuğunuz zaman yapmanız gereken ama yapmamış olduğunuz her şeyi tasnif edersiniz. Hatırlama zamanıdır bu... Pişmanlık duyma ve yapmamış olduğunuz bazı şeyleri yapma zamanıdır. Söylememiş olduğunuz şeyleri söylemiş olma zamanı. (s.209)

Ne kadar uzağa gittiğini bilmiyorsan, çok uzaktır. Kimse bana söylememişti. Sanırım Büyükbaba da bilmiyordu. (s.225)

KÜÇÜK AĞACIN EĞİTİMİ
Forrest Carter
Say Yayınları




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti