Şeker Portakalı
Bu şarkıyı her duyduğumda sebebini çözemediğim bir hüzne kapılırdım.
Totoca'nin elimi sertçe çekmesiyle kendime geldim.
"N'oldu, Zezé?"
"Hiç. Şarkı söylüyordum."
“Şarkı mı?"
“Evet."
“Demek ki kulaklarım sağır olmuş."
Acaba insanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor olabilir miydi? Sesimi çıkarmadım. Bilmiyorsa benden öğrenecek değildi. (s. 15)
"Totoca.”
"Ne var?"
“Aklımız erince, erdiğini hisseder miyiz?"
"Ne saçmalıyorsun be?" (s. 15)
"Geleceğin parlak, afacan. İsmini boşuna Jose yani Yusuf koymamışlar. Sen güneş olacaksın ve yıldızlar etrafında parıldayacak." (s. 23)
Sabahki hüzünlü düdüğü akşamüstü saat beşte daha da fena gelirdi kulağıma. Fabrika bir ejderhaydı; her sabah insanları yutan, akşamlarıysa yorgun insanlar kusan bir ejderha. (s. 62)
Bunun üstüne ona iyice sokulup başımı koluna yasladım.
"Portuga!"
"Hı..."
"Ben senin yanından bir daha hiç ayrılmak istemiyorum, biliyor musun?"
"Niye?"
"Çünkü dünyanın en iyi insanı sensin. Senin yanındayken kimse bana zarar vermiyor ve kalbinde mutluluk güneş gibi parlıyor." (s. 127)
Her ne kadar evdekiler bana iyi davranmaya başladılarsa da buna pek güvenmiyordum. Eksik olan bir şey vardı. Yeniden eksisi gibi olmamı, belki de insanların iyi olduğuna inanmamı sağlayabilecek önemli bir şeydi bu eksik olan. (s. 140)
Ama her şey geride kalıp yol yerini güzelim yemyeşil çayırlara bırakınca arabayı durdurdu, bana döndü ve dünyayı iyilikle dolduran gülümsemesiyle gülümsedi. (s. 143)
Evet, öldüreceğim. Çoktan başladım bile. Öldürmek derken öyle Buck Jones’un tabancasını alıp dan diye öldürmeyi kastetmiyorum. Öyle değil. Kastettiğim onu kalbimde öldürmek. İyiliğini istemekten vazgeçmek Derken bir gün ölüp gidecek. (s. 146)
Nefis yollardan geçmekteydik. Yol geniş sayılmasa, asfalt veya taş kaplı olmasa da ağaçlar ve çayırlar çok güzeldi. Güneşi ve masmavi gökyüzünü saymıyorum bile Dindinha bir seferinde mutluluğun "yüreğimizde parlayan bir güneş" olduğunu söylemişti. Güneş her şeyi mutlulukla aydınlatıyordu. Eğer bu doğruysa, her şeyi güzelleştiren şey göğsümde pırpır eden yüreğimdi... (s. 148)
Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey. (s. 169)
Çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor. (s. 183)
ŞEKER PORTAKALI
Vascencelos
Can Yayınları
Totoca'nin elimi sertçe çekmesiyle kendime geldim.
"N'oldu, Zezé?"
"Hiç. Şarkı söylüyordum."
“Şarkı mı?"
“Evet."
“Demek ki kulaklarım sağır olmuş."
Acaba insanın içinden de şarkı söyleyebildiğini bilmiyor olabilir miydi? Sesimi çıkarmadım. Bilmiyorsa benden öğrenecek değildi. (s. 15)
"Totoca.”
"Ne var?"
“Aklımız erince, erdiğini hisseder miyiz?"
"Ne saçmalıyorsun be?" (s. 15)
"Geleceğin parlak, afacan. İsmini boşuna Jose yani Yusuf koymamışlar. Sen güneş olacaksın ve yıldızlar etrafında parıldayacak." (s. 23)
Sabahki hüzünlü düdüğü akşamüstü saat beşte daha da fena gelirdi kulağıma. Fabrika bir ejderhaydı; her sabah insanları yutan, akşamlarıysa yorgun insanlar kusan bir ejderha. (s. 62)
Bunun üstüne ona iyice sokulup başımı koluna yasladım.
"Portuga!"
"Hı..."
"Ben senin yanından bir daha hiç ayrılmak istemiyorum, biliyor musun?"
"Niye?"
"Çünkü dünyanın en iyi insanı sensin. Senin yanındayken kimse bana zarar vermiyor ve kalbinde mutluluk güneş gibi parlıyor." (s. 127)
Her ne kadar evdekiler bana iyi davranmaya başladılarsa da buna pek güvenmiyordum. Eksik olan bir şey vardı. Yeniden eksisi gibi olmamı, belki de insanların iyi olduğuna inanmamı sağlayabilecek önemli bir şeydi bu eksik olan. (s. 140)
Ama her şey geride kalıp yol yerini güzelim yemyeşil çayırlara bırakınca arabayı durdurdu, bana döndü ve dünyayı iyilikle dolduran gülümsemesiyle gülümsedi. (s. 143)
Evet, öldüreceğim. Çoktan başladım bile. Öldürmek derken öyle Buck Jones’un tabancasını alıp dan diye öldürmeyi kastetmiyorum. Öyle değil. Kastettiğim onu kalbimde öldürmek. İyiliğini istemekten vazgeçmek Derken bir gün ölüp gidecek. (s. 146)
Nefis yollardan geçmekteydik. Yol geniş sayılmasa, asfalt veya taş kaplı olmasa da ağaçlar ve çayırlar çok güzeldi. Güneşi ve masmavi gökyüzünü saymıyorum bile Dindinha bir seferinde mutluluğun "yüreğimizde parlayan bir güneş" olduğunu söylemişti. Güneş her şeyi mutlulukla aydınlatıyordu. Eğer bu doğruysa, her şeyi güzelleştiren şey göğsümde pırpır eden yüreğimdi... (s. 148)
Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan, insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi. Kolları, başı hep dermansız bırakan, yastıkta öbür yana dönme isteğini bile söndüren bir şey. (s. 169)
Çünkü şefkat olmayınca hayatın pek değeri kalmıyor. (s. 183)
ŞEKER PORTAKALI
Vascencelos
Can Yayınları
Yorumlar