Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı

H. L.  Mencken, The American Mercury dergisinin Nisan 1924 tarihli sayısında çıkan bir yazasında kamusal eğitimin esas amacının "genç nesli bilgilendirmek veya onların zihinlerini aydınlatmak" olmadığını söyler. Mencken’e göre, "bundan daha büyük bir yalan yoktur. Asıl amaç mümkün olduğunca fazla sayıda bireyi, tehdit oluşturmayacak bir düzeyde tutmak, standartlaşmış bir vatandaşlık öğretisini yaymak, başkaldırı ve özgünlüğü öldürmektir. Amerika Birleşik Devletleri'nde ve dünyanın her yerinde eğitimin amacı budur." (s. 21)

Harvard’da adına dersler açılan Inglis, Amerika kıtasında zorunlu eğitimin başlıca amacının Prusya’da zorunlu eğitimin 1820'li yıllarda sahip olduğu amaçla aynı olduğunu söyler: yeni yeni filizlenen ve pazarlık masasında köylülere ve isçilere söz hakkı veren demokratik hareketi kontrol altına almaya dönük beşinci bir kol. Modern, endüstriyelleşmiş ve zorunlu eğitimin başlıca amacı, bu ayak takımının olası birlikteliğini engellemeye dönük bir tür cerrahi müdahaledir. Burada amaç, çocukların konulara ve yaşlarına göre sınıflandırılması, ardı arkası kesilmeyen testler yoluyla sürekli sıraya sokulması ve buna benzer çok sayıda incelikle tasarlanmış araca göre bölünmesidir. Hayatın erken bir döneminde birbirinden ayrılmış bilinçsiz bir kitlenin ilerleyen yıllarda aynı uğurda bir araya gelmeleri, pek de olası değildir. (s. 23)

1860’a gelindiğinde, Avrupa, kölelik kurumunu çoktan kaldırmıştı ve Birleşik Devletler'in de aynısını yapmasına ramak kalmıştı. Yirmi yıl daha sürmezdi. Niçin sürmeyeceğine dair pek çok sebep sayılabilir ama bana göre en ilginç olanı şu basit gerçektir: Yalnızca adları özgür olan ücretli köleleri kullanmak daha ucuza mal oluyordu. Üstelik bunlar kölelerden daha iyi çalışıyorlardı. (s. 78)

Karmaşık kafalar her zaman diyalektiktir. Aristoteles bunu tam anlamıyla insan olmanın temel gereği olarak görür. Ancak diyalektik zihinlerin kesin gerçeği onların sanılara, ön kabullere daima meydan okumaları ve hiçbir şeyi mutlak addetmemeleri olduğundan, bu tür kafa yapısına sahip çok sayıda insan bulunması şirketlere ve şirketleşmiş hükümete ciddi problemler çıkarır. (s. 82)

İstisnalar bir kenara, icatlar gençlik sezgisinin alanıdır; gençleri kurallar ve yargılardan oluşan bir ağa hapsedip fikir pınarlarını kurutursanız çok önemli negatif sonuçlara hazır olmalısınız. (s. 85)

37 yaşındayken, Harvard’dan terk Buckminster Fuller' le birlikte çalışması onun için ilk dönüm noktası oldu. Fuller ona en derin öğrenmenin hata ve başarısızlık durumlarında yaşandığını gösterdi. Kiyosaki bugün, eğer sil baştan bir eğitim sistemi kuracak olsa bunu hata yapma ekseninde kuracağını söylüyor. Bu da neredeyse tam anlamıyla açık kaynağın uygulanımsal tanımıdır: kişisel geri beslenmenizi deneyim ve hatalarla destekleyerek güçlendirmek. (s. 90)

Eğitim ise (okuldaki öğretim değil) gerçekten önemli olan şeyi öğretir ki o da kendinize değer katmanın tek yolunun başkalarına değer katmak olduğudur. (s. 92)

Pavlus’a göre, aşırı kurallaştırma hayatın kalitesini bozar ve kurallara uyulması konusunda zorlama yapacak bürokratları ve bu memurları düzenleyecek başka memurları gerektirmesi yüzünden de liderliği çürütür. Ad infinitum. (s. 95)

Çağımızın diline tercüme edersek Pavlus, kuralları süreç içerisinde duruma özel belirleyiniz der. Temel ilke "sevgi" onurlandırıldığı sürece işler yolunda gidecektir. (s. 95)

Zorunlu okul öğretiminin katı aptallıkları, düz mantıkları, çan eğrileri, zil sesleri, testleri ve çoktan seçmeli aşağılamaları, başvurduğu sihirli sözcükler, büyüler, artık yaşlandığım bu günlerde beni öfkeyle dolduruyor. Gerçek eğitim ancak kendinin farkına varma temeli üzerine kurulabilir. Kendi hakikatini bil, yoksa zavallı bir insan kaynağından başka bir şey değilsindir. Hayatın, kendi gerçek anlamını ıskalayacaktır. (s. 101)

Donald Kraybill -ki kendisi John Hopkins Üniversitesinde akademisyendir ve uzmanlık alanı Amish yaşam biçimidir- 1995'te yayınlanan Amish Enterprise (Amish İşletmesi) adlı kitabında bu konuda şunları söylüyor:

“Amishler bir işe girmek için nelerin gerektiği konusundaki geleneksel kabullerin çoğuna meydan okurlar. Lise eğitimi almamışlardır, özel bir konuda yetiştirilmiş değillerdir, bilgisayar kullanmazlar, elektrik ve otomobil kullanmazlar, bir pazarlama planının nasıl yapılacağı konusunda da eğitimleri yoktur. Fakat çiftliklerden transfer ettikleri birtakım kaynaklar vardır: girişimci bir ruh, risk alma iradesi, yaratıcılık, güçlü bir çalışma ahlakı, ucuz bir aile emek havuzu ve yüksek bir zanaatkârlık standardı. Dükkan veya atölyelerinin çok büyümesini istemezler. Bu da girişimciliğin bütün yerleşim bölgelerinin her yanına yayılmasını sağlar.” (s. 110)

Stanleyden ve Amishlerden ne öğrenilebilir? Bir şey: Yığın yahut kitle insanı kavramının gerçek bir şeye karşılık geldiğine dair her türlü inancın bertaraf edilmesi gerekmektedir. DNA’dan çok çok önce bile, parmak izleri ile sezgilerimizin ilan ettiği şeyin farkına varmamız gerekir: Birbirinin aynısı olan iki insan bulunmaz. Tüm ortalamalar yalandır ve hiç kimse gerçekte rakamlara ve grafiklere sığmaz, bunlarla doğru bir şekilde temsil edilemez. (s. 112)

Bizim kayıtsızlığımız yüzünden hastalanmış kabus çocukları dört bir yanımızda. Bazılarının kendilerini iyileştirme kapasitesi var, çoğununsa yok. Evet, kabus çocukları diyorum çünkü hiçbir hayati ilgiye sahip değiller. Vakitlerini heyecan ve eğlence kasılmaları yahut acıdan ve cezalandırılmaktan kaçış çabaları arasında pay etmek üzere yetiştirilen yaratıklar bunlar. Önlerindeki yola dair taşıdıkları harita yanlış. Bu çocukları açıklayan en ilginç şey de hiçbir şey keşfetmeden, oynamadan ve kişisel olarak herhangi bir şey kazanmalarını sağlayacak hiçbir fırsat aramadan, tersine sadece televizyon ve müzik videolarındaki başka insanları seyrederek ya da bilgisayar oyunları oynayarak geçirdikleri binlerce saat olsa gerek.

Aklı başında çocuklar bunu asla yapmayacaktır, insanın ömür çizgisi bu ölçüde bir pasiflik ve fanteziyi kabul edemeyecek kadar kısadır. (s. 125)

Yaşlandıkça iyi öğretmenlerin kötü öğretmenlerden daha tehlikeli olduğuna inanmaya başladım. Çünkü onlar bu hasta ve sakat kurumu ayakta tutuyorlar. (s. 126)

Öğrencilere ders verdiğim otuz yıl süresince, zengin olsun fakir olsun, öğrenme yetersizliği taşıyan öğrenciye neredeyse rastlamadım. Aynı şekilde, yetenekli ve üstün olanını da görmedim. Tüm okul kategorizasyonları gibi bunlar da insan hayalinin yarattığı kutsal efsanelerdir. Bunlar, sorgulanması gereken değerlerden kaynaklanmaktadır ancak biz bu değerleri mercek altına hiç almıyoruz çünkü okul tapınağını onlar koruyor. (s. 129)

Eğitimli hale gelmenin tek bir doğru yolu yoktur, parmak izlerinin sayısı kadar çok yolu vardır. Eğitimin gerçekleştirilmesi için sertifika sahibi öğretmenlere ihtiyacımız yok, belki de sertifika bunun olmamasını garanti ediyor. (s. 129)

Ulusal Liyakat Bursu sahibi akrabalarımdan biri, bir keresinde, bana kendi hayalinin "büyük bir makinedeki küçük bir dişli olmak" olduğunu yazmıştı. (s. 131)

Bir öğretmen olarak hep şunu gördüm: Bana zorluk çıkaran, beni çıldırtan çocuklar hep sikı televizyon seyircisi oluyorlardı. Çok televizyon seyreden çocukların davranış profilleri hiç de hoş değildi. (s. 135)

Zarara yol açan ana mekanizma, bizim hatalarımızdan da bir şeyler öğrenmemize izin veren doğal geribildirim devrelerinin bastırılmasıydı. Küçük bir yelkenliyi tek başına kullanmayı öğrenmeye çalışan kişi, rüzgâra karşı, belirlenmiş hedefe doğru dümdüz ilerlerken kaçınılmaz olarak sağa ve sola ciddi yalpa vuracaktır. Fakat pratik yapa yapa başlangıçtaki acemi hataları düzelecektir çünkü geribildirimler denizci adayının reaksiyon ve muhakemesine yön vererek onu eğitecektir. Konuşma ve hitabet öğrenilirken bütün o karmaşık söz dizimi ritimleri ve sayısız diksiyon notaları ve tonları ile birlikte, en can alıcı öneme sahip olan değişken, pratik yapmak için harcanan zamandır. Ve her iki alanda da şartlar ne kadar meydan okuyucuysa gereken yeterliliğe ulaşmak o kadar kısa sürmektedir.

Bürokrasilerin bu kadar aptal ve hantal olmalarının temel nedeni, geribildirimlere etkin şekilde cevap verememeleridir. (s. 156)

Gerçeklik, zorlayıcı entelektüel çalışmaya bağlandığında, gençlerin büyük kısmında ciddi büyümeye vesile olacak geri bildirim devrelerinin oluşmasını sağlıyor. (s. 140)

Okul binalarının ve elektronik ekranların ortaya çıkışından bu yana çoğumuz büyüyemiyoruz. Kıymetli deneme yanılma dönemimizin büyük kısmını karanlıkta oturarak israf ediyoruz. Olgun bir varlık olmak, bir amaçla, kendi amacınız ile yaşamak demektir. Bu, sorumluluğu büyük bir hayatın gıdası olarak görüp severek kabullenmek demektir Bu, iyi bir vatandaş davranışı sergilemek -içinde yaşadığımız topluma değer katmanın yollarını bulmak- demektir. Bu, zayıflıklarınızla mücadele etmek, yüreğinizi, kafanızı ve ruhunuzu -seyirci güruhta kalanların asla sahip olamayacakları şeyleri yani- geliştirmek demektir. (s. 142)

Son yıllarda suç işleme oranlarının daimi bir düşüş sergilediği olunda dikkatle hesaplanan propaganda yaylımının ürünü olan halka rağmen, 1999'daki şiddetli ve vahşi suç oranı 1959’dakinin dört katıdır. Hapishanelerdeki vatandaşların sayısı dörde katlanmış durumdadır. Suç oranındaki bu dikkate değer artış, televizyonun kültürümüze sızmasının hemen akabinde gerçekleşen bir olgu.

Fakat burada is gören, kritik kelime "göstermek'tir, "söylemek' değil. Benim televizyon konusundaki çekincelerimin çoğu bilgisayar için de geçerlidir. Bir yandan bu teknoloji sayesinde kurumları aradan çıkararak çok çeşitli yeni yönlerden birbirimize bağlanmanın aşkın gücünün keyfini sürerken onun olgunlaşamayan, natamam insani uzantısı olmaktan nasıl kurtulacağımız sorusu 21. yüzyılın en büyük meydan okumasıdır. (s. 143)

Çocuklar neden olduğuna anlam verememekle birlikte, okulun kendilerine eziyet edilen bir yer olduğunu düşünüyorlar. Okuldan bu kadar nefret etmemizin sebebi de bu. (s. 168)

Acaba okulların ve - hazır yeri gelmişken de - üniversitelerin müfredatları. ne zamana dek öğrencilerin uzun mahpusluk saatlerini doldurmak için basit bir dolgu maddesi gibi kullanılacak? Kapana kıstırılmış olan hayatlar canlılıklarını kaybetmeden ve isyan ettirilmeden güvenli bir şekilde özgürlüklerine kavuşturulamaz mı? (s. 171)

Eğer okulda eğitim adına bir şeyler gerçekleşiyorsa bu, okul sayesinde değil, okula rağmen meydana gelir. Okulun gerçek meselesi öğrenmek değil, başarıdır. Okulda dikkatler hiçbir zaman düşünme ya da performans kalitesine yönelmiş değildir; dikkatler tamamen farklı bir şeye, başaranların attıkları şeref turuna yetişmeye yönelmiştir. (s. 172)

Efsanevi siyaset filozofu ve gazeteci Walter Lippmann'in 1940 yılında The Association for the Advancement of Science’da [Bilimsel Gelişim Derneği] yaptığı konuşmadaki şu bölümü her zaman aklınızda tutmalısınız:

“... geçen 40-50 yıl boyunca eğitimden sorumlu olanlar, modern demokratik devleti ortaya çıkaran Batı kültürünü müfredattan yavaş yavaş çıkardılar. (..) Bu nedenle okul ve üniversiteler içinde yaşamak zorunda oldukları toplumun yaratıcı ilkesini kavramaktan aciz insanları mezun edip dünyaya saldılar. (..), Yeni eğitimli Batılı insan tipi, kültürel geleneklerinden uzak kalmış olmasından dolayı hem biçim hem de öz bakımından artık kendi aklına, ruhuna, fikirlerine, öncüllerine, düşünme biçimlerine, yöntemlerine ve batı medeniyetinin gelişmesinin ruhu olan- geçmişten süzülüp gelen bilgelik değerlerine sahip değildir. (...) Günümüzde geçerli olan eğitim, eğer bu şekilde devam ederse Batı medeniyetini yıkmaya yazgılıdır ve aslına bakarsanız şu anda olan budur. Ben bu iddianın modern eğitime yönelik genel bir suçlama olduğunun gayet farkındayım. Ama ben bu suçlamanın bugün itibarıyla artık doğrulandığına ve herkes tarafından aksi kanıtlanmadıkça doğru olarak kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum." (s. 174-175)

Bilimsel yönetim, düzenli bir şekilde kutulara yerleştiremediği her insana karşı daima savunma pozisyonundadır. Aşırı kabiliyet, aşirı yaratıcılık, aşırı popülerlik veya buna benzer özellikler, bilimsel yönetim açısından her zaman sıkintı verici unsurlardır. Bu tip kişiler genellikle işe alınsalar bile, zincirleri kisa bırakılarak sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılırlar ve kendilerine her zaman ihtiyatla bakılır İyi ücretle çalışanlar ise refleks olarak itaatkâr olanlardır, kendilerine verilen talimatlara sevinç içinde uyarlar, hatta patronlarını memnun etme konusunda çok heveslidirler. Bu iş yeri pozisyonunun eğitimi, birinci sınıfta öğretmenin "Yapma!" sözcüğüyle başlar. (s. 177)

Eğitimli insanlar diğer insanların ihtiyaçlarını bulup ortaya çıkarırlar ve onların ihtiyaçlarını karşılarken aynı zamanda kendi geçimlerini de kazanırlar. Fakat eğitimli kişiler, cahillerin aksine hiçbir zaman mutlu olacağım diye maddi zenginliğe karşı asla bağımlılık geliştirmezler. En değerli şeylere -sevgi, merak, derin saygı ve empati- hiçbir maliyet gerektirmeden sahip olunabileceğinin farkındadırlar. (s. 205)

Merhameti değil verimliliği ön planda tuttukça, fakir insanlarımız kendilerini her geçen gün daha fazla tehlikede hissedeceklerdir. (s. 224)

Horace Mann'in kendisi, finansal destekçilerine okulu en iyi kodes olarak tarif etmiştir. Bununla kastettiği şey, okula gittiğinde aklını içine tıktıkları soyut hapishaneden kaçmanın, demir parmaklıklı bir hapishaneden kaçmaktan daha zor olduğudur. (s. 227)

Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı
-Zorunlu Eğitimin Karanlık Dünyasına Yolculuk-
John Taylor Gatto
Edam Yayıncılık

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed’in Liderliği

Râvi

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde