Kitaplarıyla Gizli Gizli Bakışan Adam
- Anne, eşim beni kıskanıyor.
- Kimden?
- Rus birisinden.
- Aaa! Üstüme iyilik sağlık. Kimmiş o kişi?
- Ölü bir adam anne.
- Nasıl yani?
- Üstelik adamın sakalları da var.
- !??
- Dostoyevski, anne Dostoyevski!
Bir kahkaha tufanı kopuyor telefonun diğer ucunda. Her ne kadar komik görünse de derin bir hüznü barındırıyor bu diyaloğun perde arkası. Evet, kitaplarıyla arasında 30-40 santimlik bir mesafe olmasına rağmen onları alıp okuyamayan bir adamın trajik hikayesidir bu.
İşte orada duruyor üstad Dostoyevski’nin kitabı. Uzanıp okumak istiyor adam. Tam niyetlenince adamın zevce-i paki (hanımı) niyetini seziyor ve bütün haşmetiyle: “Hayır! Kesinlikle hayır! Gömüleceksin yine o kitaplara!” uyarısını yapıyor. Adam, bakkaldan çikolata çalmak üzere olup da yakalanan bir çocuğun utancını yaşıyor. Sırtında yaşanmamış hikayeler, okunmamış kitaplar yüklü bir kaplumbağa misali başını usulca yuvasına sokuyor.
(Aslında adamın zevce-i paki de kitap okumayı sevmektedir. Hatta evin kütüphanesinde adamın kitaplarından daha fazla kitabı vardır. Lakin muhtemeldir ki hanımlık genleri gereği adamın kitap okumasına karşı stratejik bir derinlikle antipati beslemektedir. Çok fazla derinlere dalıp boğulma riskiyle karşı karşıya kalmadan söze kaldığımız yerden devam edelim.)
Dostoyevski! Ah Dostoyevski! Onun yüzünden ne siyasi ne diplomatik krizler yaşanmıştır şu hanede. Misal, bir gün adam Suç ve Ceza’yı okurken mutfakta zevce-i paki ve küçük kızı arasında yaşanan cihan harbini duymamıştır. Bu duyamayış, bu kitabın içine “gömülüş”, bu zahiri alemden kopup gidiş adama pahalıya patlamıştır. Gece olup da uyku vakti gelince yastığının dibinde Dostoyevski kitaplarını görmüş ve şaşırmıştır adam. Kapıda öfkeli bir ses olanca haşmetiyle gerekli izahı yapmaktadır: “Dostoyevski’ne sarılıp uyuyabilirsin!”
Gelir elbette zuhura ne ise hükm-ü kader
(İşleri Cenâb-ı Hakk'a havâle et, elem ve keder çekme. Kaderde ne yazılmışsa, elbette o meydâna gelecektir.)
Vâsıf-ı Enderûnî’nin bu beytini hatırlamış gibi yaparak yüzünde mahzun ve mütevekkil bir ifade belirir adamın. Lakin içinde bir kahkaha tufanı kopmaktadır. Trajikomik vakanın “komik” kısmı daha baskın gelmiştir ona. Yapacak bir şey yoktur; olan olmuştur. Bu gece “Dostoyevski”si ile uyuyacaktır.
Derken “Tahir Sami Bey’in Özel Hayatında”ki diyalog gelir hatırına. Durumları ne kadar benzeşmektedir:
- Ee, mirim, size söylemiştim; ya hanım, ya kitap; birini tercih edeceksiniz.
- Olmuyor efendim, olmuyor. Birini tercih etsem ötekisi darılıyor.
- İki evli oldunuz yani.
- Tam buyurduğunuz gibi. Geçende beni âdeta tehdit etti.
- İskender Bey yapmacık bir merakla:
- Ya! Olacak şey değil!
- Oldu efendim, inanın oldu. Ellerini beline koyarak: "Bana bak Kazım Efendi, ya ben, ya kitapların, seçimini yap" dedi ve çekildi.
- Ne yaptınız?
- Ne yapabilirim efendim? Hanımdan korkmayan mı var. Bu yaşta yalnız kalmak zor. E, kitaplara da kıyamıyorum.
- Çözüm!
- Çözüm şöyle efendim. Hanıma göstere göstere bazı kıymeti kalmamış kitapları, laf aramızda benimkileri de peyderpey tasfiye ediyorum. Her hafta büyücek bir paket falan.
- Ee, inandı mı hanım?
Adam keyifleniyor:
- İnandı, inandı. İnanmakla kalmayıp bana mükafat olarak bir mantı yaptı ki, parmaklarınızı yersiniz.
- Oh, oh! İş tatlıya bağlanmış, neyse.
İskender Bey bu tatlı sohbeti dikkatle dinlemekte olan Sami'ye döndü:
- Sami, evladım. Sen ki bir ciltçinin oğlusun. Sahafların müdavimisin; kağıt kokusu, kitap kokusu arasında büyüyorsun. Sonunda herhalde aramıza karışacaksın. Kulağına küpe olsun. Kitap aşkı başka sevda kaldırmaz. İki karpuz bir koltuğa sığmaz. Sığdırmaya kalkışırsan işte bu bey gibi ömrün ıstırap içinde geçer. Kitapsever mücerret bekar kalmalıdır.
Tapucu bu sözler üzerine heyecana gelip bir mısra patlatıyor:
- "Âferin erbab-ı aşkın kuvve-i bâzusuna". (Tahir Sami Bey’in Özel Hayatı, Mustafa Kutlu, s. 73-74)
Adamın hatırına, durumu Kazım Efendiden beter ve kitap kurdu bir alim olan İbn Hazm gelmiştir sonra. Rivayet edildiğine göre İbn Hazm vefat ettiğinde hanımı şöyle bir cümle sarf etmiştir: “Kitapları kaldırsın cenazesini!” Rivayetin aslı var mıdır bilinmez amma olay mana boyutuyla ele alındığı vakit hadisenin hakikate taalluk ettiği aşikardır.
Yanında Dostoyevski kitapları, bunları düşündüğü halde zevce-i paki ile aralarını açan şu kitaplara ne vakit ve nasıl muhibban olduğunu düşünmüştür adam:
“Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanı bu cümle ile başlamaktadır. Gerçekten böyle bir şey mümkün müdür? Yoksa bir romana girizgah olsun diye kurulmuş tumturaklı bir cümle midir? Öyle olmadığını lise yıllarında anlamıştır adam. Güzel Konuşma ve Yazma dersinde, dersin hiç sevmediği hocası şöyle bir cümle söyleyivermiştir: “Kitap okumamış insan, yarım insandır!”
Bu söz adamın kalbinde makes bulmuştur. Halini tefekküre sebebiyet vermiştir. “Bundan gayrı kitap okumaya” azm-ü cezm-ü kasteylemiştir.
İlk iş olarak halk kütüphanesine kayıt olmuş ve aralıksız bir şekilde Cumhuriyet dönemi romanlarını okumaya başlamıştır. “Yazarlarla ben baş başaydık. Onları okurken kendimi eğittiğimden, okuduklarımı unuttuğumda bile içimde tortusu kalacak bir iştahı uyandırdıklarından bihaberdim.” (Okul Sıkıntısı, Daniel Pennac, s. 94)
Yaz tatillerinde dayısının oğlu ile anneannesinin kerpiç evinin ikinci katında sürekli kitap okumuşlardır. Dayısının zengin kütüphanesi adama ve dayıoğluna muazzam bir kaynak olmuştur.
Bu arada söz “Dayı”dan açılmışken onun yaşadığı benzer hadiseleri de bahsetmek gerekir. “Dayı” da tam bir kitapseverdir ve Gerçek Hayat dergileri, sevdiği köşe yazıları ve edebiyat dünyasına dair nice nadide eseri biriktirmektedir. Bu durum “Yenge”sini kızdırıp “illallah” ettirse de ve günün birinde bunları sobada yakmakla tehdit etse de henüz böyle bir olayın yaşanmışlığı vaki değildir.
Bu evde tek kitapsever “Dayı” değildir. “Dede” de iyi bir okurdur. Bir yaz mevsiminde adamın dedesi Asım Köksal Hocanın 18 ciltlik İslam Tarihi eserini okuyuvermiştir. Bunu gören adam “gaza gelmiş”, aynı eseri okumaya yeltenmiş ve fakat ancak 12 cildini okuyabilmiştir.
Bütün bunlara ilaveten adamın “Teyze”sini de hatırlamak gerekir. Gençlik yıllarında çeyizi için Türk işi ve Çin iğnesi işlemesi gerektiği halde annesinden gizli gizli kitap okuduğunu, annesi odaya girince okuduğu kitabı yer minderlerin altına sakladığını unutmamak vefanın gereğidir.
İşte böyle… Kitap okumak güzeldir diye düşünmektedir adam. Her ne kadar zevce-i pakinin haşmetli nazarlarına muhatap olsa da kitap okumanın asude ikliminde yaşamak her şeyden evladır. Bu uğurda bütün tehlikeler göze alınabilir.
Ve Daniel Pennac’ın tasvir ettiği gibi “edebiyatın sözlü kaynağından fışkıran bu büyük nehir tarafından sürüklenen küçücük balık” olmak güzeldir. Bu nehirde yüzmeye devam etmek isteyen adam Konfüçyüs’ün duasını kendisine vird edinmiştir: “Allah’ım! Senden kitap dolu bir ev çiçek dolu bir bahçe istiyorum.”
Bu yazı OKUR Dergisinin 11. sayısında neşredilmiştir.
Bu yazı OKUR Dergisinin 11. sayısında neşredilmiştir.
Yorumlar