Robotların Yükselişi

Robotların ilk kullanımı “rutin” operasyonel süreçleri devralarak üretimi verimli kılmaktı. Şu anki hedef “öngörülebilir” ve “uzmanlık gerektiren” işleri devralmak. Bir sonraki hedef de “strateji” gerektiren işleri devralmak olacak. 

Tarihte hep "araç" rolündeyken, şimdi "otonom işçiler" haline gelen makineler/yapay zeka “insan gibi” olmaya başladığı zaman yönetimsel/idari alanlarda iş yapmaya başlayacaklar. Buna “yapay genel zeka” deniyor. Böyle bir yapay zeka olup olmayacağı ile ilgili bilim adamları arasında ihtilaf var. Tabii bütün bunlar olacak mı ve öngörüler doğru çıkacak mı hepsini zaman gösterecek. 

Ekonomik anlamda yapay zekanın etkileri kesinlikle olacak. Bununla ilgili dünya sistemi bir tedbir alacak mı ve nasıl olacak net bir tablo yok. Ama kitapta yazar güzel öneriler ortaya atmış ve tartışmış. Tavsiye ederim..

Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman gelişmekte olan bir Asya ülkesine 1960'larda danışmanlık veriyormuş. Friedman'i büyük çaplı bir kamu projesi sahasına götürmüşler. Friedman manzarayı görünce şaşırmış: Bir sürü işçi ellerinde küreklerle harıl harıl çalışmasına rağmen buldozer veya traktör gibi iş makineleri neredeyse hiç yokmuş. Sebebini sorduğunda, yetkili memur, "Çünkü bu bir istihdam programı," demiş. Friedman'ın nüktedan cevabı meşhurdur: "E, o zaman ellerine kürek yerine kaşık verseydiniz ya? (s. 9)

İşin aslı, teknolojinin tehdit ettiği işleri "rutin" olarak sınıflandırmaktansa "öngörülebilir olarak sınıflandırmak daha yerinde olur. İş sırasında yaptığınız her şeyin ayrıntılı bir kaydını inceleyen biri, işinizi yapmayı öğrenebilir mi? Veya bir öğrencinin sınava hazırlanmak için önceden çıkmış soruların çözümlerini çalışması gibi, bir başkası şu ana kadar yapmış olduğunuz görevleri tekrar ederek işinizi yapabilir hale gelebilir mi? Eğer öyleyse, bir algoritmanın günün birinde işinizin çoğunu veya belki de hepsini yapabilmesi yüksek ihtimaldir. Bu özellikle "büyük veri" olgusunun gücünü göstermesiyle çok daha olası hale geldi: Günümüzde kurumlar yürüttükleri işlemlerin neredeyse her yönüne dair inanılmaz boyutlarda bilgi topluyorlar. Çalışanların yaptığı işlerin pek çoğu bu verilerin içinde saklı. Zeki bir makine öğrenimi algoritmasının günün birinde insanların bıraktıkları bu kayıtlara gömülerek kendini bu verilerle eğitmesi için hazır bekliyorlar. (s. 15)

San Francisco'nun yeni şirketlerinden Momentum Machines, gurme kalitesinde hamburger üretimini tam otomatik hale getirme hedefiyle yola çıkmış. Normal bir fast food çalışanı donmuş ızgaraya atarken, Momentum Machines'in makinesi köfteleri taze çekilmiş kıymadan şekillendirip siparişe göre pişiriyor. Ve her seferinde bütün lezzetli sıvılarını koruyarak köfteyi tam doğru miktarda kızartıyor. Saatte 360 hamburger hazırlayabilen makine ayrıca hamburger ekmeğini de kızartıp dilimliyor ve siparişe göre ayrıca içine domates, soğan, turşu ekliyor. Hamburgerler taşma bandında servise hazır olarak geliyor.

Çoğu robotik şirketi, ürünlerinin istihdam üzerindeki potansiyel etkilerinden bahsederken pembe bir tablo çizmeye özen gösterir. Momentum Machines'in kurucu ortaklarından Alexandros Vardakostas ise şirketin amacını laf dolandırmadan söylüyor: "Yaptığımız makinenin amacı çalışanları daha verimli hale getirmek değil, tamamen ortadan kaldırmak." Şirketin tahminlerine göre ortalama bir fast food restoranı, hamburger pişiren çalışanların maaşlarına yılık 135.000 dolar harcıyor. Hamburger yapmanın Amerikan ekonomisine işçilik bedeliyse yıllık 9 milyar dolar. Momentum Machines kendi cihazlarının bir yılda maliyetlerini çıkaracağına inanıyor.

Ve hedefleri yalnızca restoranlar değil; marketlere, yemek arabalarına ve hatta otomatlara da girmeyi hedefliyorlar. Şirketin iddiasına göre restoranlar işçilik maliyetlerini ortadan kaldırıp mutfakta yerden tasarruf edince yüksek kalite malzemelere daha çok harcama yapabilecek, böylece fast food fiyatlarına gurme hamburger sunabilecekler. (s. 30-31)

1945 ile 1960 arasında Ford otomotiv şirketinin başkanlığını yapmış olan Henry Ford II ile Birleşik Otomobil İşçileri Sendikası’nın efsanevi başkanı Walter Reuther arasında geçtiği rivayet edilen bir hikaye vardır. İkisi birlikte otomatize araba üretim fabrikasını gezerken, "Walter," demiş Ford alaylı bir dille, "sendika aidatlarını bu robotlardan nasıl toplayacaksın" Reuther de Ford'a dönüp, "Henry," demiş, "peki ya sen arabalarını bu robotlara nasıl satacaksın?"

Bu konuşma muhtemelen hiçbir zaman yaşanmamış olsa da, otomasyona dair temel bir endişeyi güzel anlatıyor: İşçiler aynı zamanda tüketicidir. Ve ekonominin ürettiği mal ve hizmetleri satın alabilmek için para kazanmaları gerekir. Bu karşılıklı ilişkinin belki de en güzel örneğini otomotiv sektöründe görürüz. Şirketin kurucusu Henry Ford 1914'te Model T'nin üretimini hızlandırdığında, işçilerin maaşını iki katına çıkarıp günde 5 dolar vermeye başlamıştı. Böylece işçilerin kendi üretikleri arabaları alabilmesini sağladı. Bu olaydan sonra otomotiv endüstrisi, devasa Amerikan orta sınıfının oluşumunda hayati bir rol oynadı. İkinci bölümde gördüğümüz gibi, çalışanların geliri ile tüketici talebi arasında güçlü bir ilişki vardır. (s. 225)

Arabaların tam otomatik olduğu bir gelecekle ilgili görmemiz gereken belki de en önemli şey, arabanın artık bizim olmayacağı. Kendi kendine giden arabalar üzerine uzunca düşünmüş insanların büyük bir kısmı, en azından yoğun nüfuslu bölgelerde, arabaların ortak kullanılan bir kaynak olacağını düşünüyorlar. Google'in niyeti de en başından beri bu. Google'ın kurucuların dan Sergey Brin, bu durumu New Yorker dergisinden Burkhard Bilger'e söyle izah etmişti: "Dışarı bir bak. Otoparklarda ve çok şeritli yollarda dolaş biraz. Ulaşım altyapısının her yere hakim olduğunu göreceksin. Araziye büyük bir yük bu."

Google otomobillerdeki "kiminse o kullanır" modelini yıkmayı umuyor. Gelecekte ihtiyacınız olduğu anda akıllı telefonunuzdan şoförsüz bir araba çağıracaksınız, o kadar. Arabalar ömürlerinin %90'ini park halinde geçireceklerine çok daha yüksek oranda kullanılacaklar. Sırf bu değişiklik bile şehirlerde bir emlak devrimi başlatmaya yetebilir. Şu anda arabaların park etmesi için kullanılan alanlar farklı amaçlarla kullanılabilir. Şoförsüz arabaların da kullanılmadıkları zamanlarda bir yerlerde durması gerekecek elbet, ama o zaman bile arabalar koordine park edebilecekleri ve hepsinin her an çıkabilir vaziyette park edilmesi gerekmeyeceği için, stoklanırcasına arka arkaya park edilmelerinde bir sorun olmayacak. Arabaya ihtiyacınız olduğunda, size yakın bir noktada yol üstünde bir araba yoksa, otoparktaki sıradaki araba size gelecek. (s. 218-219)

11 Ekim 2009'da, Amerikan Beyzbol Ligi eleme turlarında Los Angeles Angels, Boston Red Sock'ı yendi. Takım böylece hem lig şampiyonluğu için New York Yankees ile karşılaşmaya, hem de Dünya Beyzbol Serisi'ne katılmaya hak kazandı. Bu Angels için özellikle duygusal bir galibiyetti, çünkü daha altı ay önce en önemli oyuncularından atıcı Nick Adenhart, sarhoş bir sürücü tarafından otomobil kazasında öldürülmüştü. Bir spor yazarı o oyunu anlattığı makalesinde şunları yazdı:

Dokuzuncu devrede iki koşu geride olan Angels için işler iyi gözükmüyordu. Fakat Los Angeles, Vladimir Guerrerodan gelen kilit önemdeki bir tek sayesinde arayı kapattı ve pazar günü Fenway Parkta Boston Red Sox karşısında 7-6 galip gelmeyi bildi.

Guerrero iki Angels koşucusu arasına daldı ve devrenin skorunu 2-4'e getirdi.

Guerrero maçtan sonra yaptığı açıklamada, "Bu maçı Nick Adenhart'ın şerefine oynadık. Anaheim'de nisan ayında olanları düşünürsek, evet, bu sanırım kariyerimin en önemli sayısıydı," dedi. "Bunu eski bir takım arkadaşıma adıyorum. Aramızdan ayrılan birine."

Guerrero bu yıl vuruşlarda çok iyi bir sezon geçirdi, özellikle de gündüz maçlarında. Gündüz maçlarında Guerrero'nun OPS ortalaması 0,794 oldu. Gündüz oynanan 26 maçta beş sayı turu attı ve 13 koşu tamamladı.

Yazının edebiyat şaheseri olduğunu söylemek zor, fakat aslında çok etkileyici bir başarı. Anlaşılır olduğu, gramer olarak sorunsuz olduğu veya beyzbol maçını doğru düzgün anlattığı için değil, yazarı bir bilgisayar programı olduğu için.

StatsMonkey adındaki bu yazılım, Northwestern Üniversitsi'ndeki "Zeki Bilgi Laboratuvarı" öğrencileri ve araştırmacıları tarafından yazılmış. StatsMonkey bir maçla ilgili nesnel verileri öyküleştirerek spor muhabirliğini otomatik hale getirmeyi amaçlıyor. Sistem maçla ilgili sayıları listelemenin çok daha fazlasını yapıyor. Bir spor yazarının yer vermek isteyeceği temel verileri de içeren bir öykü yazıyor. Maçta meydana gelen dikkate değer olayların istatistiksel analizini yapan program, doğal konuşma dili kullanarak oyunun dinamiklerini özetliyor, maçtaki en önemli anların ve oyuncuların altını çiziyor.

2010'da Northwestern Üniversitesi'nde StatsMonkey üzerine çalışan bilgisayar ve gazetecilik öğrencilerinin başındaki araştırmacılar, dışarıdan sermaye bularak Narrative Science adında yeni bir şirket kurdular. Şirket üst düzey bilgisayar bilimcilerini ve mühendisleri işe alarak bir ekip oluşturdu. Ardından orijinal StatsMonkey kodunu çöpe atarak Quill adında çok daha güçliü ve kapsayıcı bir yapay zeka motoru geliştirdiler.

Narrative Science şirketinin teknolojisi, Forbes gibi en büyük medya kurumları tarafından spor, iş dünyası ve siyasetle gili otomatik makale üretmek için kullanılıyor. Yazılım yaklaşık her 30 saniyede bir haber öyküsü üretiyor. Ve bu öykülerin pek çoğu, popüler internet sitelerinde yayımlanıyor. Siteler bu hizmeti kullandıklarını gizli tutmayı tercih ediyorlar. 2011’deki bir sektör konferansında, Wired sitesi yazarı Steven Levy, Narrative Science'ın kurucularından Kristian Hammond'dan 15 yıl sonra haberlerin ne kadarının algoritmalar tarafından yazılıyor olacağını sorduğunda, Hammond’un tahmini %90 oldu. (s. 105-107)

1949'da New York Times gazetesinin ricası üzerine, MIT'de hocalık yapan dünyaca ünlü matematikçi Norbert Wiener, bilgisayarların ve otomasyonun geleceğine dair kendi vizyonu üzerine bir makale yazdı. Wiener 11 yaşında üniversiteye kabul edilmiş, 17 yaşında doktorasını vermiş bir dehaydı. Sonradan sibernetik alanının kurucu babası oldu; bilgisayar biliminin, robotiğin, bilgisayar kontrollü otomasyonun temellerine önemli katkılar yaptı. Pennsylvania Üniversitesi’nde gerçek anlamda genel amaçlı ilk elektronik bilgisayar inşa edildikten yalnızca üç yıl sonra yazdığı makalesinde, Wiener şunu iddia etti: "Açık ve anlaşılır bir şekilde yapabildiğim her şey, makineler tarafindan da yapılabilir." Ve bunun günün birinde "su katılmamış gaddarlıkta bir endüstri devrimi”ne yol açabileceğini ileri sürdü. "Makinelerin becerileri geliştikçe rutin fabrika işçisinin ekonomik değeri öyle bir düşecek ki, işçiyi en baştan işe almaya değmeyecek," diye uyardı.

Wiener'in makalesi bir yanlış anlaşılmadan dolayı 1949'da yayımlanmadı. Metnin taslağı MİT kütüphanesindeki belgeleri inceleyen bir araştırmacı tarafından 2012'de keşfedildi. 2013 Mayıs'ında New York Times muhabiri John arkoff tarafindan yine aynı gazetede seçme bölümleri yayımlandı. (s. 50)

New Yorkta WorkFusion adında yeni bir şirket, beyaz yaka otomasyonunun yol açacağı dramatik etkinin canlı bir örneğini sunuyor. Şirketin büyük kurumlar için geliştirdiği zeki bir yazılım platformu, bir zamanlar yüksek derecede emek-yoğun bir iş olan proje yönetimini, kitle kaynaklı çalışma ve otomasyon vasıtasıyla neredeyse tamamen kendi başına yürütüyor.

WorkFusion yazılımı ilk başta projeyi analiz ederek hangi kısımların doğrudan otomasyona tâbi tutulabileceğini, hangi kısımların kitle kaynaklı yürütülebileceğini ve hangi kısımların şirket içi uzmanlar tarafından yapılması gerektiğini belirliyor. Ardından Elance veya Craiglist gibi internet sitelerine otomatik olarak iş ilanları veriyor ve vasıflı serbest çalışanları tartıp seçiyor.

Projede çalışacak kişiler belli olduktan sonra, yazılım görev dağılımı yapıyor ve ardından performanslarını değerlendiriyor. Bunu yaparken kullandığı yöntemlerden biri, serbest çalışanlara cevabını bildiği sorular sorup çalışanın doğruluk oranını test etmek. Yazma hızı gibi üretkenlik ölçütlerini takip ediyor ve bireylerin becerileriyle görevler arasında eşleştirme yapıyor. Çalışanlardan biri verilen görevi tamamlayamazsa, sistem otomatik olarak bu görevi gerekli becerilere sahip başka birine veriyor.

WorkFusion'in yazılımı, proje yönetimini neredeyse tamamen otomatikleştirerek şirket-içi çalışanlara olan ihtiyacı azaltmakla beraber, serbest çalışanlara da yeni fırsat kapıları açıyor. Ne var ki hikaye burada bitmiyor. Çalışanlar kendilerine verilen görevleri tamamladıkça, WorkFusion'in makine öğrenimi algoritmalar süreçleri daha fazla otomatikleştirmek için sürekli yeni fırsatlar arıyor. Bir başka deyişle, serbest çalışanlar bu sistemin idaresi doğrultusunda çalışırken bile, zaman içinde tam otomasyonla yerlerini alacak olan makinelere eğitim verisi üretmiş oluyorlar.

Şirketin ilk projelerinden birinde, yaklaşık 40 bin kayıtlık bir koleksiyonu güncellemek için gerekli olan bilgilerin toplanması gerekmiş. Müşteri şirket, daha önceden bu süreci kendi içinde çalıştırdığı elemanlara kayıt başına 4 dolara yaptırıyormuş ve bu şekilde kayıtlar yılda bir kez güncelleniyormuş.

WorkFusion platformuna geçtikten sonra, güncellemeleri kayıt başına 20 sente yaptırmaya başlamışlar ve bu yeni yöntemde kayıtlar her ay güncellenir olmuş. WorkFusion'in verdiği rakamlara göre, makine öğrenim algoritmaları süreci daha fazla otomasyona tabi tutmayı öğrendikçe, maliyetler genelde ilk yıl yaklaşık %50, ikinci yıl bir %25 daha düşüyor. (s. 118-119)

Günümüzde makineler çok temel bir dönüşüm geçiriyorlar: Tarihte hep araç rolündeyken, şimdi otonom işçiler haline geliyorlar. Carr bunu tehlikeli görüyor ve bir şekilde önüne geçmek istiyor. Ancak işin gerçeği şu ki modern uygarlığımızda elde ettiğimiz büyük refahı ve rahatlığı teknolojiye borçluyuz. Bu sürecin altındaki en önemli faktörse insan emeğini kısmak amacıyla daha verimli yöntemler bulma çabamız oldu. Teknolojiye karşı olmadığınızı ama daha fazla otomasyona karşı olduğunuzu söylemek dile kolaydır. Ne var ki uygulamada bu iki trend birbirine ayrılmaz şekilde bağlıdır. İşyerinde otomasyon teknolojilerinin yükselmesi ancak devletin özel sektöre büyük çaplı müdahalesiyle durdurabilir ki bu da şüphesiz akıl kârı olmaz. (s. 290-291)

John Kennedy'nin dediği gibi, "Sırf yerimizde saymak için bile çok hızlı hareket etmeliyiz." Bu, Kennedy'nin bu sözü söylediği 1963'te mümkündü. Bizim çağımızda ise mümkün olup olmayacağını zaman gösterecek. (s. 312)

Robotların Yükselişi (Yapay Zeka ve İşsiz Bir Gelecek Tehlikesi)
Martin Ford
Kronik Kitap

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti