Yaman Dede
İşte göz yaşlarıma ruhsat verdin. Kapını açmıyacak olsan, senden bu ruhsat gelmezdi. Her katre, senden gelen bir müjdecidir.
Talib Arışahin anlatıyor:
Bu gözleri, bu kalbi al. Başka bir çift göz, Başka bir kalb ver... Tâ ki nefesinin hareketini sezip de görmediğim cânânın müşahedesine erebileyim. (s. 43)
Bana öyle bir kulak ver ki, elest bezminde beni mest eden o tatlı sesi yeniden eşitmek nasîbim olsun. (s. 44)
Mesnevî'nin baş tarafından bazı beyitleri vermişlerdi. Mevlânâ ismi bana hiç de yabancı gelmemişti. Tatlı yakışlarla ruhuma nüfuz etti. Bundan bir yangın çıktı. O yangından ben çıktım. Velba'sü badelmevt sırrına erdim. (s. 56)
Bir ömür nedir. Yalnız bir "âh"ı içine alabilecek bir zaman parçası değil mi? (s. 56)
Ne mübârek gözdür o gözler ki, onun için ağlar. Onun için kebab olan kalb, ne mübârek kalbdir. (s. 65)
Âşıklar için gelip geçici bayramlar yok. Gelip geçme mefhumu yok. Dünyadan da ukbadan da geçerek Cemâl-i İlâhi'de mahv-ü fenaya ermek var. (s. 74)
Müslümanlık bir kelime ile aşktır. Bu aşkın içinde bütün kâinat var. İnsan bununla hatır ve hayâle gelmeyecek derecede yükselir. İnsanlığın kemâli de, saadeti de bundadır. Istırab zevk olarak ruhunuza akar. Bu anlatılmaz, duyulur.. (s. 79)
O'nu söylemek istiyen diller yandı. O'nu düşünen dimağlar yandı. O'nu duyan kalbler parçalandı. O'nun için ağlıyan gözler görmez oldu. O'nu yine O'ndan sor, O'ndan iste! Cevapsız bırakmaz seni.. (s. 106)
Pek yüksek bir selâhiyyet ve kemâl sahibi bir zâtın vardığı netice şudur:
"İnsan bütün ömründe Mevlânâ'yı okusa, onu anlamış olmaz. Fakat ömrünü boş yere sarf etmemiş olur" (s. 111)
Mevlâna'yı okurum, fakat anlarım, diyemem. Yalnız yanarım ve yanarken haz ile feryad ederim. Bu feryad belki size onu söyler. Feryadım arasında onun dediklerini bulabilirsiniz. Anlıyamadan alınacak ve verilecek nur damlaları. Fakat yanarak alınacak, yakarak verilecek nur damlaları.. (s. 112)
Evladım, ben kırk senedir Mevlâna’nın fırınında yanıyorum! (s. 181)
Doç. Dr. Selçuk Eraydın hoca anlatıyor:
Herhangi bir vasıtaya konulmadı Yaman Dede'nin tabutu. Kadıköy Osman Ağa Camiinden Karacaahmet'e, omuzlarda, yaya olarak taşındı. (s. 183)
Ahmed Kahraman Hoca anlatıyor:
Bir gün dersler bitti, okuldan çıktık. Saat, öğle vakti, bir suları filân. Taksim'e doğru gidiyorum. Alman Sefâreti civarinda, orada bir mescid var. İşte oradan yukarı doğru gidiyorum. Tek başımayım, yanımda kimse yok.
Bir baktım, Yaman Dede!.. O mescidin duvarına yaslanmış, sanki son nefesini veriyor gibi bir hâli var. Halsiz, mecâlsiz, bașı hafif sağ öne doğru düşmüş, boynu bükülmüş, öyle duruyor. Hemen koşarak yanına gittim ve:
Hocam, hayırdır, geçmiş olsun, neyiniz var, hasta mısınız? dedim.
Baktım Hoca ağlıyor: Hocam niçin ağlıyorsunuz, başınıza bir şey mi geldi? dedim.
Şöyle çok ince, çok tiz, çok gevrek, ipil ipil dökülen bir sesle: Hayır yavrum hayır, dedi; Rasûlullah aklıma geldiği zaman, kendimi kaybediyorum, ayakta duracak mecâlim kalmıyor, ya bir yere dayanmam gerekiyor, ya da oturmam icap ediyor.
Aradan yıllar geçti, o hali hiç gözümün önünden gitmiyor Dede'nin. Allah rahmet eylesin. (s. 185-186)
Bir gün yine epey ağlamıştı derste. Ders bittikten sonra, sınıftan çıkınca, koridorda: Hocam, dedim, bir şiirinizde: "Ağlatma da yak, hâli perişanıma bakma" diyorsunuz, fakat yine de hem yanıyor, hem ağlıyorsunuz! Nedir bunun sebebi? diye sordum. Hoca'nın cevabı yine ağlamak oldu. Hep ağlayan bir insandı rahmetli. (s. 206)
İnsanlar bazan hazinenin içinde bulunurlar da farkına varmazlar, o hazineyi atarlar. Bakınız
Diyarbekirli Said Paşa ne güzel söyler:
Kendim yanarım aşk ile gayre zararım yok!
Ser ta bekadem âteşim amma şererim yok!
Yari ararım devrederek hâne bahâne,
Yar ise benim hâneme gelmiş haberim yok! (s. 230)
Şu hakikate kuvvetle iman etmiş bulunuyorum. Yükselmek için iki kanat lâzım: Aşk ve ibadet. İbadetsiz aşk ve aşksız ibadet tek kanattır. Tek kanatla yükselemeyiz. Bu hakikati öğrenmek hayatımın en büyük mazhariyeti oldu. (s. 231)
Âşık ne hayata ihtirasla bağlıdır, ne de ölüme susamıştır. Hayata fazla bağlanmak Cânânı unutmak demektir. O buna tahammül etmez. Olümü de vaktinden evvel istemek Cânânın arzusundan gayrı olarak içimizde emel taşımaktır. O bunu da asla istemez. (s. 235)
Tesellisinin hazinesi O'dur. Onu ara, derhal bulursun. Onu bulduğun zaman da teselliye ihtiyacın kalmaz. (s. 235)
Hayat, Allah'ın bir nimeti, ölüm de başka bir nimetidir. Her birimize lâzım olduğu zaman ve lâzım olduğu kadar hayatı, lâzım olduğu zaman ölümü veriyor. (s. 247)
Siz namazlarınızı kaçırmamaya bakın. O zaman bütün hazinelerin anahtarı elinizdedir. (s. 248)
Namazlarınızı kılmaya başladığınız zaman -eğer varsa- sizde bedbinlikten eser kalmayacak, bütün zerrelerinizden saadetler taşacaktır. (s. 296)
Farisi bir beyitte deniliyor ki: “Bir iki kişinin oturup da Allah için konuştukları yere gökyüzü secde eder.” (s. 336)
Namazın her saniyesinin yanında bütün kainat bir saman çöpü bile değil. “Namaz müminin miracıdır” buyrulmuş. Günün beş vaktinde yanarak, yakılarak, sine döverek, kanlı yaşlar akıtarak secdeye kapanalım, ağlayalım, sızlayalım, yalvaralım. (s. 357)
Mesnevi’den feyz almak için namazlarınızı muntazaman kılmalı, oruçlarınızı tutmalısınız. Zaten iki dünya saadetinin anahtarı budur. (s. 362)
Hiçbir günah yoktur ki yanan bir kalbin akıttığı gözyaşları onu silmesin. (s. 434)
Yaman Dede
Mustafa Özdamar
Kırk Kandil Yayınevi
Yorumlar