Sarnıç

Kitaptan iki güzel hikaye:
Kim Kime [oku]
Sarnıç [oku]
Ve altı çizili satırlar:
Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki her zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanmıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu. (Sarnıç adlı hikayeden, s.11)
Bu çok yakın mazide tokları açlar doyurdu ve açlar öldüler (Beyaz Altın adlı hikayeden, s.25)
Avlusunun otları taze kesilmiş, minareleri çimenlerin üzerine akmış, kubbeleri yakın çarşılara dökülmüş, sessizlik ve esrar dolu İstanbul camilerinden bir tanesinin avlusunda idik. Bir öğleüstü idi. Fırsat buldukça, canım sıkıldıkça, kafamın içine bir başka benlik sokuldukça insanları sevmek için; bir uzlet içinden, bir yoksuzluk ve kimsesizlik içinden, bir varlığın ve kimsenin karışıkılığını daha iyi duyabilmek için daima melankolik köşeler arardım. O zaman kumruların gezindiği cami sundurmalarında düşünür; İstanbul'a, bu köprülerin ve sefillerin ve vapurların birbirini düşündüğü, birbirini çağırdığı İstanbul'a bakar kalırdım. (Bir Karpuz Sergisi adlı hikayeden, s.34)
İnsanları sevmek, hayatı sevmek ne iyi şey... Ancak insanları sevebiliriz. Bir tek insan bütün insanları nasıl sevebilir. İki türlü: Biri; çok büyük bir adam olarak. Böylesi ne iyi! Fakat kim bilir bu işin ne eziyetleri vardır: Ne işkencelerle büyük adam olunabilir. Bir de avantürye olarak insanları sevmek vardır. Bu daha çok insanları değil, hayatı sevmek demektir. Avantürye ile büyük adam arasındaki fark da birinin insanlar, diğerinin hayat üzerindeki bilgi ve sevgileridir. Don Kişot'la Cervantes arasındaki farkı anlıyorum. (Ormanda Uyku adlı hikayeden, s.61)
Lamba yandığı zaman, demin kahvenin ortasında mavi, kırmızı, yeşil mikalarından tatlı ışıklar çıkaran acayip ve güzel şey bütün masallığını karanlığa bırakmış, sahicileşmişti. Halbuki kış geceleri delikanlılar sahici şeylerden hoşlanmazlardı. Onlara, yalan, hulya, rüya, masal lazımdı. İhtiyarları gücendirmemek için ses çıkarmadılar. (Gaz Sobası adlı hikayeden s.76)
Yine Recep birden hatırladı. Bir gece Bursa'da kaldığı zaman onu Bursalı kahveciler sinemaya götürmüşlerdi. Bu da bir nevi Karagöz'dü. Recep boyuna sinemanın makinesinden perdeye kadar gelen ışığa bakmıştı. Perdede insanlar, hayvanlar, dağlar, sular, her şey gördü. İnsanlar öpüşüyorlardı. Güzel adamlar, şık kadınlar vardı. Recep bu işe şaşmamıştı. Olurdu. Yalnız birden bire sinemada kar yağmış, insanların yakalarına dolmuştu. İşte o zaman Recep şaşıvermişti. Her şey mümkündü. Ama kar, Allah'ın karı nasıl yağardı? Bunu aklı almamış, köye döndüğü zaman bütün kış şehir görmemişlere temmuz ortasında kar yağdığını anlatmıştı. (Gaz Sobası adlı hikayeden s.79)
SARNIÇ
Sait Faik Abasıyanık
Yapı Kredi Yayınları
Yorumlar