Mesnevi Birinci Cilt


Hakk âşıkları, muhabbet deryâsının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar, bu sebeple balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da günü, uzadıkça uzadı. (s. 14)

Dünya bağını kopar, maddeye olan bağlılıktan kendini kurtar da, hür ol; ey oğul ne zamana kadar altının, gümüşün esiri olacaksın?
Rızıklar denizini, bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su..
Harîslerin, dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz. Sedef de kanaat edici olmayınca, içi inci ile dolmaz. (s. 15)

Fakat kendi dilinden anlayanlardan, kendi dilini konuşanlardan uzak düşen kimse, yüzlerce dil, yüzlerce nağme bilse, yine dilsiz olur, susar. (s. 16)

Şunu iyi bil ki, kâinatta var olan her şey, sevgilinin tecellisinden ibarettir, onun yarattıklarıdır. Onun kudretini, yaratma gücünü göstermektedir. Aslında, âşık bir perdedir. Var olan, diri olan ancak sevgilidir. Âşık ise bir ölüdür. Var gibi görünen bir yoktur.


Bu hakikati sezemeyen, ilahi aşka meyli, isteği olmayan kimse, kanatsız bir kuş gibidir. Vay onun haline, yazıklar olsun ona… (s. 16)

Akıl, aşkın şerhinde, açıklamasında, merkep gibi çamura battı kaldı. Aşkın da âşıklığın da ne olduğunu yine aşk açıkladı.
Sadece dış güzelliğe dayanan mecâzî aşklar, gerçek aşk değildir. Hevesten ibarettir. Böyle aşkların sonu utanç verici olur. (s. 17)

O, ölümsüz olan, bâkî olan Allah aşkını seç ki, o canına can katan mânâ şarabını sana lutfetsin, seni yaşatsın.
Sen öyle büyük bir varlığın aşkını seç ki, bütün peygamberler, Onun aşkıyla kudret ve kuvvet buldular, şeref ve saadete erdiler. (s. 17)

Bir kimsenin ayağına diken batınca, ayağını dizinin üstüne kor.
Önce, iğne ucu ile dikenin başını arar, bulamazsa, diken batan yeri tükrüğüyle ıslatır.
Ayağa batan diken böyle güç bulunursa, gönüle batan diken nasıl bulunur? Cevabını sen ver.
Eğer gönüllere batan dikenleri herkes görebilseydi, insanlara gamlar, kederler gelebilir mi idi? (s. 21)

Şunu iyi bil ki; eğer, gönlün, sırlarına mezar olursa muradın çabucak hasıl olur.
Hz. Peygamber buyurmuştur ki; "Her kim, sırrını gizlerse muradına çabuk erişir." Tohum toprak içinde gizlendiği, zahmetlere katlandığı için, bostan yeşerir, güzelleşir. (s. 22)

Kendimizi kontrol ederek, Cenab-ı Hakk'tan, edebli bir insan olmak hususunda bizi başarıya ulaştırmasını niyâz edelim. Çünkü edebi olmayan Allah'ın lûtfundan mahrum kalır.
Edebi olmayan, yalnız kendisine kötülük etmiş olmaz, belki edebsizliği yüzünden bütün dünyayı ateşe vermiş olur. (s. 25)

Büyük bir zâtın sofrasında bulunup da aç gözlülük etmek, hırsa kapılmak nankörlüktür. (s. 26)

Gamdan, kederden, sıkıntıdan başına ne gelirse bunlar, korkusuzluktan, edebsizlikten ve küstahlıktan gelir.
Dost yolunda edebsiz, korkusuz olan kişi, başkalarının da yolunu vurmuş olur. Böyle kişi mert değil nâmerttir.
Edepten dolayı bu gökler, nûra gark olmuştur. Melekler de edeblerinden ötürü temiz ve masum olmuşlardır. (s. 26)

Her ne kadar, bizim âlemimizde görünen güneş tek ise de, onun benzerini düşünmek, tasavvur etmek mümkündür. (s. 27)

Şefik Can’ın şerhi:
Göklerin akıl almaz sonsuzluklarında, onbeş milyar ışık yılı ötelerde, bir çok güneşlerin varlığını isbât eden ilim Mevlâna’nın tasavvurunu gerçekleştirmiştir.

Bizim için, o hakikat sultanının, Allah'ın huzuruna çıkmaya izin yoktur, deme. Kerîm olanlarla iş görmek zor değildir. (s. 28)

Allah, her kimin rûhuna, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti vermişse, o kimse gerçek imanı, şüpheden ayırabilir. (s. 32)

Fakat hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar. Rûhu doğruluktan ayırır. (s. 32)

Hayatta, uysal ve kafa dengi bir dosttan başka hiç bir şeyi kıskanmadım. Yarasından taze kan sızan gönül ehline, dostların yüzünü görmek merhem gibidir.
Şeyh Sadi
(s. 33, 29. dipnot)

Anbar ve Fare

Biz, şu dünya anbarında buğday topluyoruz. Fakat topladığımız buğdayları kaybediyoruz.

Bir gün aklımızı başımıza alıp da, buğdayın böyle azalmasının, kaybolmasının, anbara giren fareden ve onun hilesinden ileri geldiğini anlayamıyoruz.

Fare, anbarımızı delmiş, anbarımız onun hilesinden harab olmuştur.

Ey Hakk tâlibi can, önce anbara giren fareden kurtulma çaresini ara, 380 ondan sonra buğday toplamaya çalış.

Büyüklerin büyüğü olan, gönüllere gönül kesilen sevgili peygamberimizin; "Namaz ancak kalb huzuru ile tamam olur.” hadisini hatırla da nefsten, yani şeytandan kurtulmak için kalb huzuru ile namaza başla.

Eğer anbarımızda, hırsız bir fare bulunmasaydı, kırk yıllık ibâdet buğdayı nereye giderdi?  (s. 51)

Allah'ım, senin inâyetlerin, merhametlerin bizimle beraber oldukça, şeytandan, o alçak hırsızdan ne korkumuz olur?
Sen, bizimle berâber olup, bizi korudukça, ayak altında yüz binlerce tuzak olsa da önemi yoktur. (s. 53)

Ömür, bazen dağlara tırmanarak, bazen denizleri geçerek, bazen de ovaları aşarak bu toprak âleminde geçti, gitti.
Böylece kıymetli ömrünü geçim derdi uğruna, şu madde âlemin de harcayıp dururken, mânâ âleminin âb-ı hayatını nerede bulacaksın? Mâsivâ deryâsının dalgalarını yarıp da ilâhî âleme nasıl geçeceksin? (s. 53)

Bu dünyanın dedikodusu, toz gibidir. Gönül aynasını örter. Sen aklını başına al da, bir zaman için susmayı huy edin. (s. 54)

Allah, senin gözüne, kendi görüş nûrunu verirse, gözünde bu âlem gibi yüzlerce âlem peydahlanır.
Her ne kadar bu dünya, senin nazarında çok büyük ve nihayetsiz ise de, bilmiş ol ki, ilâhî kudret karşısında o bir zerre bile değildir. (s. 58)

Gerçekten de bu cihan, sizin canlarınızın hapishanesidir. Siz, asıl kendi yurdunuzun bulunduğu tarafa doğru gidiniz.
İçinde bulunduğunuz bu cihan sınırlıdır, mahduddur; halbuki öteki hudutsuzdur, sonsuzdur. Bu cihanda görülen nakışlar, şekiller, sûretler, mânâ âleminin önünde perdedir, engeldir. (s. 58)

Hırs atını yıldızlara doğru sürmüşsün. Onlara dâir bilgiler elde ediyor, mesafeler ölçüyor, yeni yeni yıldızlar keşf ediyorsun da, kendini keşf edemiyorsun. Meleklerin secde ettikleri Âdem'i tanımıyorsun. (s. 59)

Ümitsizlik tarafına gitme, ümid kapıları vardır. Karanlıklar semtine varma, güneşler parlamaktadır. (s. 62)

Ey sûrete, şekle tapan kişi, ne zamana kadar, sûrete tapıp duracaksın? Senin mânâsız canın, sûretten kurtulmadı gitti. (s. 62)

İman zevkinden başka her şey azabdan ibarettir. (s. 64)

Allah, birisinin perdesini yırtmak, ayıbını ortaya dökmek isterse, onun gönlüne, temiz kişileri kınama isteği verir.
Allah, bir kimsenin de ayıbını örtmek isterse, o kişi nefs yüzünden kirlenmiş, günahlara, ayıblara bulanmış insanların bile ayıplarını görmez, söylemez olur. (s. 65)

Kederlendinse, kalbinde gam hissettinse, tevbe istiğfar et, Allah'tan bağışlanmanı dile, çünkü gam, Allah'ın izni ile gelir, yaptığı işi Allah'in emri ile yapar. (s. 66)

Zaten, güzelden ne gelirse güzeldir. (s. 71)

Tavşan; "Dostlar!" dedi. "Bu sözleri bana Allah ilhâm etti. Bu yüzdendir ki, benim gibi âciz ve zavalli bir mahlûkta, kuvvetli bir fikir ve bir kurtuluş tedbiri hâsıl oldu." Cenâb-ı Hakk’ın bal arısına öğrettiği hüner ve ma'rifet ne arslanda vardır, ne de yaban eşeğinde... (s. 72)

Bir dili konuşmak, birbirinin dilinden anlamak, bir çeşit yakınlık, bir çeşit bağlılıktır. İnsan dilini bilmediği yabancılarla bir arada kalınca, bağlanmış, hapse düşmüş gibi olur.
Aynı dili konuşan, nice Hindli ile nice Türk vardır ki, birbirleri ile anlaşırlar, ahbap olurlar. Fakat iki Türk birbirinin dilinden anlamazlarsa, birbirlerine yabancı kalırlar.
Halbuki gönül dili, mahremlik dili, karşılıklı içten anlaşma dili, bambaşka bir dildir. Hiç bir dile benzemez. Gönül birliği, dil birliğinden daha üstündür.
Gönülden sözsüz, işâretsiz, yazısız, yüzbinlerce ifâdeler, konuşmalar belirir. (s. 79)

Fakat kaza gelir çatarsa, bilgi uykuya dalar, ay kararır, güneş tutulur. (s. 80)

Çalışman, Hakk’ın sana lütfettiği güce, cüzi irade nimetine şükürdür. Cebr inancın ise, o nimeti inkar etmektir. (s. 83)

Allah Rasulü: "Cennet ağaçlarından birine rast geldiğiniz zaman gölgesinde oturun ve yemişlerinden yiyiniz" diye buyurunca: "Yâ Resûlallah, bu hal dünyada nasıl mümkün olur?" diye sordular. "Bir âlime tesadüf ettiğinizde, cennet ağaçlarından birine rast gelmiş olursunuz." cevabını vermişti. (s. 83. Dipnot 95)

Kusuru, Kötülüğü Başkasında Değil, Kendimizde Aramalıyız

Bütün bilginler "Zalimlerin zulmü karanlık bir kuyudur." demişlerdir.
Her kim daha fazla zâlimse, kuyusu daha korkunçtur, daha karanlıktır. İlahi adalet, betere beter ceza buyurmuştur. Ey zâlim...
Sen, zulmünle bir kuyu kazmadasın ama, şunu bil ki: O kuyuyu kendin için kazıyorsun.
İpek böceği gibi, kendi etrafını örme, kendin için bir kuyu kazacaksan bâri, boyuna göre kaz.
Zayıfları yardımcısız sanma, Kur'ân'dan; "Allah'ın yardımı gelince" sûresini oku.
Sen bir fil bile olsan, düşmanın senden ürküp kaçsa, ebabil kuşları cezâsı seni de gelir bulur.
Yeryüzünde bir zayıf, bir zavallı emân diyecek, Hakk'tan yardim isteyecek olursa, (göklerde meleklere) gökyüzü ordusuna bir gürültü düşer.
Ey insan, başkalarından gördüğün zulümler, kötülükler, senin kendi kötü huyunun onlardan aksetmesidir, görünmesidir.
Senin varlığın, iki yüzlülüğün, zalimliğin, gafletin onlara aksetmiştir.
O sensin, sen kendini yaralıyorsun; lânet ipliğini, kendine, kendin dokuyorsun.
O kötülüğü, sen, kendinde apaçık göremiyorsun. Görecek olsaydın başkalarına değil, kendine candan ve gönülden düşman kesilirdin.
Ey gâfil adam, arslanın kuyuda kendi aksini görüp kendisine saldırdığı gibi, sen de, başkalarına saldırırken haberin olmadan kendine saldırıyorsun.
Sen kendi huyunun, tabiatının derinliklerine inseydin, kötülüğün, ahlâksızlığın senden, senin kendinden olduğunu anlardın.
"Müminler, birbirlerinin aynasıdır." Bu hadisi Hz. Peygamber'den naklederler.
Gözünün önüne, mavi renkli bir şişe tutuyorsun da, bu sebepten ötürü, âlem sana, masmavi görünüyor.
Eğer kör değilsen, bu maddi görüşü kendinden bil, kendine “kötü” de, başkasına deme.
Eğer mümin, Allah'ın nûru ile bakmamış olsaydı, bazı gizli halleri, ona nasıl olurdu da apaçık görünürdü?
Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın, kötülük hususunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin? Ey hüzün ve keder sahibi, yavaş yavaş, azar azar, nûru nâra vur ki Nar-ı İlâhî ile bakışın Nur-i İlâhi'ye çevrilsin de, başkalarında ayıp ve noksan yerine hüner ve kemal görebilesin. (s. 96-97)

Başarılar da, üstünlükler de hep Hakk tarafından ihsan edilir; halden hale dönüş de yine Hakk'tan gelir.
Cenab-ı Hakk, şüphelere düşenlere de, gerçek iman sahiblerine de zaman zaman, nöbetle bu gücü, bu kuvveti verir.
Ey varlığa, ikbale erişen kişi, aklını başına al da bu gelen kudretin, kuvvetin eğreti olduğunu bil. Zenginliğine, bulunduğun mevkie sevinme. Sen de sıraya bağlısın; sıran gelince gideceksin, yerine başkası gelecek. (s. 97)

Ey gönülden günah işlemeye istekli olan, nefsanî arzularını gizlice tazeleyen kişi, sen, imanı tazele, fakat yalnız dilinle söyleyerek değil de kalbinle tazele.
Nefsanî istekler, şehvanî arzular tazelendikçe iman tazelenmez, çünkü şehvetin, nefsin dileğine uymak Hakk kapısını kapar, kilitler. (s. 99)

Gönül harabesindeki gizli hazineyi ara. (s. 177)

Ruh, Salih'e benzer. Ten ise deve gibidir. Ruh, buluşma zevkine dalmıştır. Ten ise, ihtiyaçlar içinde kıvranıp durmaktadır.
Salih kişinin ruhu, afetlere uğramaz. Deve yaralanabilir, ölebilir. Fakat, Salih'in özüne, ruhuna bir şey olmaz.
Böyle bir ruha sahip olanlara kimse üstün gelemez. Gelse bile, sedefe, kabuğa gelir de öze, inciye gelmez.
Salih'in ruhu incitilemez. Allah'ın nuru, kafirlere mağlup olmaz. (s. 180)

Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır. (s. 186)

Her zahmete kızmada, öfkelenmede, her terbiyesize kin gütmedesin. Peki ama, cilalanmadan nasıl ayna olacaksın? (s. 192)

Dostların yanına eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer.
Cenab-ı Hakk, mahşer gününde, halka; "Kıyamet günü için ne armağan getirdiniz?" diye soracak. (s. 206)

Kardeşim, Hakk’a yakınlık sonu olmayan bir dergahtır. (s. 210)

Güzeller güzeli Allah'ın aşkından başka ne varsa, şeker gibi tatlı ve zevk verici de olsa, onların hepsi hakikatte can çekişmekten başka bir şey değildir.
Can çekişmek nedir? Can çekişmek ölüme doğru gitmek, ab-ı hayatı elde edememek, ilahî aşkı bulamamaktır. (s. 239-240)

Şehvet ateşi eksilip bitmez. Ona dilediğini vermemekle eksilir. Bir ateşe odun attıkça, o ateş hiç söner mi? Hiç odunu yakmaz olur mu?
Fakat odun atmazsan, ateş söner. Allah'tan korkmak, çekinmek şehvet ateşine su serper.
Kalplerdeki Allah korkusundan pembeleşerek güzelleşmiş olan yüzü, ateş nasıl karartır?
Namaz ehli olmayanı, gönül namazı kılmayanı öfke rüzgarı, şehvet rüzgarı, tama' rüzgarı kapıp götürür. (s. 242)

Hz. Ali böylece, hilim kılıcı ile bunca halkı, bunca insanı kılıçtan kurtardı.
Hilim kılıcı, çelik kılıçtan daha keskindir. Belki, yüzlerce ordudan daha fazla üstünlükler elde ettirir. (s. 249)

Ey himmeti kıt, beceriksiz, sakat kişi, ne vakte kadar yalnız ekmekle besleneceksin? Ruhanî gıdalardan, ilahî zevklerden habersiz yaşayacaksın? (s. 254)

Mesnevi (c. 1)
Mevlana
Tercüme: Şefik Can
Ötüken Neşriyat


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti