İlk Bahar
Hz. Peygamber’in Stratejik Metodunun İlkeleri
Siyerin genel seyrinde dikkatimizi çeken ilk ilke, Hz. Peygamber'in stratejik metodunun ıslah ve ahlak temelli olması, önceden beri mevcut bulunan iyilikleri kanıksaması, ihdas edilmiş kötülüklerin ise üzerindeki perdeyi aralayarak gerçek yüzünü göstermesidir. Bu metot, güzel ahlakı kemaline eriştirir ve iyiliği emreder, insanlığın tevarüs ettiği iyiliklerden kendini ayrı görmez. Tam tersine kendini bu iyilik mirasının varisi görür ve ona sahip çıkar. (s. 30)
İkinci ilke ise Hz. Peygamber'in stratejik davranışa yönelik metodunun yok edici bir mahiyete sahip olmamasıdır. Bu, tarihin isimlerini ölümsüz kıldığı, ne pahasına olursa olsun düşmana karşı zafer kazanarak cihanın haritasını değiştiren diğer liderlerin biyografilerinde genellikle rastlayamadığımız bir özelliktir. Hz. Peygamber de dünyayı değiştirdi, ancak esaslı bir farkla; egemenlik ve otorite uğruna değil, bunu bir mesaj ve çağrı için yaptı. Hiçbir intikam duygusuna kapılmadan, otorite kavgasına tutuşmadan ve servet tekeli oluşturmadan dünyayı değiştirmeyi başardı. (s. 30)
Hz. Peygamber bu zor durumda bile doğacak nesillerin muvahhit Müslümanlar olmasını dileyerek ümidin yanında yer aldığında aslında son derece önem taşıyan üçüncü bir ilkeyi de benimsemiş oluyordu: Hüküm vermede aceleci davranmak yerine uzunca etkileşim içine girmek ve kademeli bir savunma yöntemi takip etmek. Bu nedenle Mekke'deki korkunç, acı, karanlık gerçekliğe rağmen o, hızlı çözümleri elinin tersiyle iterek, uzun ve dikenli bir yolda yürümeyi seçti. Hz. Peygamber'in uzun süreli etkileşimi tercih etmesi doğal olarak uzun vadeli, zekice bir değişim stratejisini gerektirmekteydi. Sonucunda da Allah'ın müşriklerin neslinden yalnızca Allah'a ibadet eden, ona hiçbir şeyi ortak koşmayan nesiller çıkarması sonucunu doğuracaktı. (s. 31)
Hz. Peygamber'in 23 yıl süren uzun yolculuğunda benimsediği stratejik vizyonun dördüncü ilkesi, derin bir iyimserliğe sahip olmak ve mevcut durumun darlığı ve detaylarında boğulmak yerine geleceğin genişliğini öngörebilmekti. Bu durum Hz. Peygamber'in stratejik sabır ve bu sabrın ihtiyaç duyduğu tahammül ve feraseti bahşetmişti. (s. 31)
Beşinci ilke, Hz. Peygamber'in, kendini düşmanların çizdiği alanla sınırlamak yerine atılganlığa ve gözü pekliğe dayanan bir strateji izlemesiydi. Herkesi şaşırtarak bir sonraki hamleyi yapar, attığı adım ortalığı karıştırır ve düşmanlarını tepki vermek zorunda bırakırdı. (s. 32)
Altıncı ilke, iç cephede oluşacak bir parçalanmaya ve bölünmeye asla izin verilmemesiydi. Hz. Peygamber her zaman saftan birbirine kenetler, ittifaklar ve iş birlikleri oluşturma konusunda istekli davranırdı. Bunu sadece inanan ashabı arasında değil, Medine toplumu ve vatanın gayrimüslim ortakları arasında da sağlamayı önemserdi. (s. 33)
Yedinci ilke Hz. Peygamber'in düşmanlarını topyekün karşısına almamaya gayret etmesi şeklinde karşımıza çıkar. Bu nedenle de Hz. Peygamber, düşmanlarının ittifaklarını bozmaya, birliklerini dağıtmaya gayret ederdi. Hatta gerektiğinde bu amaçla düşmanların bir kısmıyla -süreli bile olsa- antlaşmalar yapardı. (s. 35)
Sekizinci ilke, Hz. Peygamber'in stratejisinin esnek ve çok yönlü olması, yerine ve zamanına göre hem sert hem de yumuşak güç kullanmasıydı. (s. 36)
Dokuzuncu ilke, Hz. Peygamber'in olayları stratejik olarak okurken objektif bir metodoloji takip etmesidir. Bu metodoloji sürekli olarak öncelikleri gözetmeyi, güç dengelerini hassas bir şekilde değerlendirmeyi, işlerin sonunu iyi hesap etmeyi, her bir olaya objektif yaklaşarak duygu ve heyecanın etkisinde kalmamayı gerektiriyordu. (s. 37)
* * *
Büyük planların iki ana bileşene ihtiyacı vardır: tutarlı, net bir vizyon ve bunları uygulamaya yönelik özverili, etkileşimli, kabiliyetli bir ekip.
İlk üç yıl, Hz. Peygamber ve onun bu küçük ekibi için üst düzey bir eğitim ve öğretim kursu idi. (s. 163)
Kureyş söylemleri açısından kendi içinde tutarlıydı, çünkü tüm meseleleri çıkar problemi olarak görüyor ve mal, başkanlık ve saygınlık vaadiyle bu problemleri çözebileceğini düşünüyordu.
Hz Peygamber ise onlara karşı ilkesel bir söylem kullanıyordu ve bu, Kureyş'inkine göre daha üstün bir söylemdi. Bu nedenle onu yok etmeleri veya gömezden gelmeleri mümkün değildi. (s. 177)
Ebu Cehil'in ahmakça tavırları Hz. Peygamber'in cesaretiyle meşhur amcası Hamza b. Abdulmuttalib'in de Müslüman olduğunu ilan etmesine yol açmıştı. (s. 183)
Belki de Kureyş'in en fazla canını acıtan şey, Hz. Peygamber'e tabi olanların çoğunu Kureyşlilerin oluşturmasıydı.
Hz. Peygamber'in stratejisi, "eski Kureyș" karşısında "yeni Kureyş" kavramını kurmayı başarmıştı. Yeni Kureyş, yüzü geleceğe dönük, Müslüman ve çevik gençlerden oluşuyordu; tevhid temelli bir yöntemi ve bu yöntemin birer sonucu olan özgürlük, eşitlik ve adalet ilkelerini benimsemişti.
Eski Kureyș'e gelince müşrikti, yaşını tamamlamış, değer ve kültür bakımından artık miladını doldurmuştu, atalarından öğrendiklerini kutsamakla meşguldü, geçmişte yaşıyordu ve soy sopa dayanan sınıf ayrımcılığı kabuğundan çıkamıyordu. (s. 185)
Hz. Peygamberin Yesrib'e geldiği ilk günden itibaren halk bambaşka bir liderle muhatap olduklarının bilincindeydiler. Bu lider, iktidar veya prestij peşinde değildi. Otorite veya servetin izini sürmüyordu. Kendine has özellikleri olan bir önderdi. Şahsında olgunluk ve zekâyı, gayret ve üstün ahlakla birleştirmişti. Ziyaretçilerine karşı yumuşak huyluydu. Müjdeliyor fakat nefret ettirmiyordu. Efendiyle köle arasında ayrım gözetmiyordu.(s. 224)
Ordu saf düzenine geçmiş ve Hz. Peygamber, onlan teftiş etmektedir. Gözü, bulunması gereken yerden ileride duran bir askere ilişmiş ve onu elindeki değnekle uyararak yerine geçirmiştir.
Ne bir önder ne de kavmi içinde ileri gelen biri olmamasına rağmen Sevâd b. Gaziyye ismindeki bu Ensar genci, savaşın hemen öncesinde kısas talebinde bulunarak komutan peygambere seslenir: "Seni hak din ile gönderene yemin olsun ki, canımı yaktın! Kısas almama izin ver!”
Hz. Peygamber de karnını açarak kısas almasına müsaade eder. Bunun üzerine Sevâd, Hz. Peygamberin karnı üzerine kapanarak öper.
Hz. Peygamber, ona bu davranışının nedenini sorduğunda cevap verir: "Bu savaşa katılmış bulundum. Bundan sonra da hayatta kalıp kalmayacağımı bilmiyorum. İstedim ki, bu dünyadaki son anlarımda cildim cildine dokunmuş bulunsun." (s. 271)
İlk Bahar (Hz. Peygamber aleyhisselamın hayatına dair stratejik ve siyasi bir okuma)
Wadah Khanfar

Yorumlar