İbn Arabi Üzerine Söyleşi

Prof. Dr. Mustafa Tahrali ile Mevlânâ ve Ibn Arabî üzerine söylesi

     Marmara Üniversitesi Ilahiyat Fakültesi anabilim Dali ögretim üyesi Prof Dr. Mustafa Tahrali özellikle Mevlânâ ve Ibn Arabi üzerine çalismasiyla taninan bir isim. Yaptigimiz söylesisyi ilgiyle okuyacaginizi umuyoruz.
     Necdet Yilmaz
     Soru: Hazreti Mevlânâ ile Ibn Arabî ayni asrin insani. Farkli cografyalarda yetismis olmalarina ragmen âdetâ ayni kaderi paylasan iki sahis. Isterseniz yasadiklari dönemi bir hatirlayarak konusmamiza baslayalim.
     Cevap: Kasim ve Aralik aylari hem Ibn Arabî hazretlerinin hem de Mevlana'nin vefatinin sene-i devriyeleri. Ikisinin vefati arasinda 30-40 sene kadar fark var. Fakat; ayni çagin insani; Muhyiddin ibn Arabî hazretleri yasça kidemli. Ikisi de Konya'ya gelmisler, Konya'yi vatan tutmuslar; Ibn Arabî, Sadreddin Konevi'nin üvey babasi olarak bir Konyali insanin yetismesine sebep olmus. Ikisi de uzak diyarlardan göç ederek gelmisler. Hazreti Mevlânâ, Ortaasya'dan; babasi Bahaddin Veled'in arkasindan, Ibn Arabî de ondan 7-8 sene evvel Endülüs'ten yani Ispanya'dan kalkarak Konya'ya kadar gelmisler. Adetâ Anadolu'da bulusmak üzere sözlesmisler gibi.
     Tabiî arkasinda bir de tarihî olaylar var. 1258, Abbasi hilafetinin sonu, 1260 küsurlar da Endülüs Emevîleri'nin de tarihten çekilmeye basladigi yillar. Islam âlemi'nin her iki parlak ucu da tarihten çekiliyor.
     Soru: Anadolu'da da siyasî anlamda bir dagilma yok mu?
     Cevap: Anadolu Selçuklulari da o zamanlar dagilmak üzere. Bir bakima Islam âleminin medeniyet bakimindan temsilcisinin ve liderinin olmadigi bir dönem 1250'ler 60'lar. Akabinde Selçuklu Devleti'nin parçalanmasi ve 17 küçük beylik. Ispanya keza kendi içinde parçalanmis. Kuzey Afrika yine parça parça. Suriye ve Kudüs civari Haçlilar tarafindan isgal edilmis. Benzetmek gerekirse 1914'ler gibi. Yani 20. Asrin basinda nasil Osmanli Devleti'nin yikilmasi sonucu temsilcisi kalmadiysa, Islam topraklari müstemleke olduysa bu dönem de öyle. Kalan bir iki küçük devlet; Türkiye, Iran, Suriye. Geri kalanlarin hepsi sömürge olmus durumda. O zaman da Selçuklu'nun yikilmasiyla böyle bir dönem var. Bu yikilis döneminin ardindan gelisebilecek küçük devletler âdetâ bir yaris içinde diyelim. Bu yarisi ve bu birlestirici rolü kazanan Osmanli oluyor.
     Osmanli Devleti Hz. Mevlânâ'nin hem manevî mîrasina hem tarikatina suurlu olarak varis oluyor. Hem de Muhyiddin ibn Arabî Hazretleri'nin ortaya koymus oldugu bütün eserlerine; kütüphanelerimize bakilirsa bütün eserlerini toplayacak sekilde gayrete girisiyor. Bu nokta çok mühim. Islam dünyasinin her hangi bir mütefekkirinin bütün eserlerini, aslinda Islam dünyasinin kütüphanelerini toplamaya girisiyor. Kütüphane bir zenginlik isi, bir yandan suur isi. Iste Ibn Arabî'nin eserlerinin yüzde 90'dan fazlasi Türkiye kütüphanelerinde mevcut.
     Soru: Osmanli Devleti'nin Hz. Mevlânâ ve Ibn Arabî'ye özel bir ilgi ve alaka göstermesinin nedeni ne olabilir?
     Cevap: Hazreti Mevlânâ, bir sanat tefekkür mâneviyat adami. Mesnevî'sinin içinde siirden öte çok sey var; tasavvuf ilmi var.. O'na sahip çikmak da Farsça oldugu halde Osmanliya düsmüs. Bu da gene ilim suurudur, manevi suurdur. Belki çok arka planda olmakla beraber, günümüz TürkiyeÔsi bu iki müellife sahip çikmistir diyebiliriz. Bir Mesnevî tercümesini defalarca basmistir. Mesnevî Serhi'ni basmistir, Fîhimafîh'i basmistir. Hazreti Mevlânâ'nin rubailerini basmistir. Yani tarihî suurumuz, bütün menfi sartlara ragmen kendini kabul ettirmistir, hissettirmistir. Cumhuriyet dönemine girerken iki tane Fusûsü'l-Hikem Serhi yapilmis, birisi Ahmet Avni Konuk Bey'in, ki Rahmetli Selçuk Eraydin Bey'le 4 cilt halinde nesretmistik. Osman Nuri Gençosman'in hazirladigi tercümeyi Milli Egitim Bakanligi basmis, Selahattin Yigitoglu'nun hazirladigi serhi satin almis. Ama basamamis. Bu da önemli birsey.
     Soru: Bu tür çalismalari ilim ve fikir dünyasina kazandirdiniz, bunlara ilgi nasil oldu?      Cevap: Ilmî arastirma yapanlar için ellerinde hazir malzeme oluyor. Büyük çapli eserleri kütüphanelere girip okumak çok zor. Mikrofilm, fotokopi yaptirmak büyük külfet. Ilim âlemi için, önüne getirilmis malzeme oluyor. Ilimle ilgilenenler tarafindan gerçekten büyük takdirle karsilandi. Halkimizin manevî yönü, tasavvufi eserlere ilgi gösteren yönü göz önünde bulundurulunca onlardan daha fazla tebrik aldik. Tasavvufa ilgi duyanlar, Fusûs'un sadece tercümelerini okuduklarinda hemen hemen hiçbir sey anlayamazlar. Ama serh olunca tercümesi de rahat anlasilir konuma geçiyor. Hatta Arapçasi'ni nesreden Afifi'nin bir sözü var, "Fusûs'u okudum, anlamadigim, bilmedigim kelime yok ama, anlamadim, hiç bir sey anlasilmiyor" diyor. Serh gerçekten anlasilmasina yardimci oldu. Bunu halktan insanlar da söyledi. Arada, tekke kültürü içinde olan kimseler de. Bir bakima herkes yükselmek için gayret ediyor, ekonomik gelisme oluyor. Halisi, kilimi... vs. Bir müessese düzeliyor, yükseliyor ama içinde bulundugu kültürü artirici eserlere ihtiyaci var.
     Arapça bilmek, Farsça bilmek gerekiyor. Biz bunu yapamiyoruz. Fîhimâfîh'i rahmetli Selçuk Bey nesretti, onun da Mevlânâ'nin anlasilmasina büyük katkisi var. Saniyorum ilerde su iki yönden tam anlasilir.
     1. Fusûs'un ve Mesnevî'nin ilmî yönü.
     2. O seviye'de arifin ve mutasavvifin yetismesi.
     Yani iki yönde katkisi olacak eserler bunlar. Tam anlayan insanlar ve o seviyede arifler. Bunlar gerçi birbirinden ayrilmaz ama arada bir incelik var. Ilmen anlamak ile halen anlamak arasinda tasavvufta gerçekten fark oluyor. Fusûs'un, Mesnevî'nin ve Fîhimafîh'in bu konuda büyük katkilari var saniyorum. Bugün Islam dünyasinda tasavvuf kültürü konusunda en basta zikredilmesi gerekenler arasinda iki kitap var denilebilir.
     Soru: Bati'da bu kitaplara ilgi var mi?
     Cevap: Bati'da ilgi görmesi zaten bizim kültürümüzün zirvesi olmasindan. Yolda giderken de zirve, en yüksek tepe, önce gözükür. Bati'ya Mesnevî tercüme edilmis Nicholson tarafindan. Yakinda Fransizca'ya da tercüme edildigini duydum.
     Soru: Kim tarafindan?
     Cevap: Müslüman hanim Eva Meyroviç tarafindan. Doktorasini Mevlânâ'nin eserleri üzerine yapmis. Paris'te tanismistik. "Keramet-i Mevlânâ benim müslüman olmam" dedi. "Doktoraya basladigimda müslüman degildim" dedi. Nicholson ise duydugumuza göre 1970'li yillarda çalisirken üstüne dervis hirkasi giyermis, basina'da Mevlevî külahi, öyle çalisirmis. Yaninda da zaten Afifî isimli Fusûs'u nesreden kimse doktora yapmis. O yönden de katkisi olan kimse. Ingilizce tercümesi Mesnevî'nin taninmasina yardimci oluyor. Hz. Mevlânâ ve Ibn Arabî'nin Bati'da taninmasi iki kolla oluyor. Biri, üniversite kanaliyla, oryantalistlerin çalismalariyla. Digeri de Isveçli müslüman ressam Abdülhadi'nin müslüman bir Sazeli halifesi olarak, Abdulyahya'nin (Rene Guenon) müslüman olmasina sebep oluyor. Onun yazilari arasinda ismi geçiyor Ibn Arabî hazretlerinin. Ilgi duyanlar oluyor. Michel Valsan Ibn Arabî'den, Sadreddin Konevî'den, Kâsâni'den tercümeler yapiyor ve hem âlimâne hem de cümlelere tasavvufî bakimdan vukûfu gayet güzel. 1974'e kadar onun tercümeleri var. Derken, daha da bir yayiliyor. Michel Chodkiewicz'in tercümeleri. Kizinin Claude Addas adiyla yaptigi doktora, Ibn Arabî'nin hayati hakkinda. Fransizca basiliyor, geçen yil Ingilizcesi çikti, simdi Ispanyolcasi basiliyormus. Derken iki kanal hem üniversite hem de diger yol birlesmis oluyor. Mevlânâ da sadece üniversite muhiti tarafinda taninirken giderek diger kanaldan; Türkiye'deki Mevlevilerle irtibat kurularak dünya'nin her tarafinda tanimlaniyor. Gerek musikisi yönünden, gerek mânevi yönden ask-i muhabbet ile veya müslüman olarak ilgileniyorlar. Islam dünyasinda manevi yüksekligin temsilcisi olan bu iki büyük zat Islam tasavvufunun dünyada sözcüsü bugün. Ibn Arabî hazretlerininki daha ilmî, Hazreti Mevlânâ'nin ki daha edebî diyelim, iki kanaldan, biri Arapça, biri Farsça.
     Soru: Bu gelismeler bize nasil yansidi?
     Cevap: Bati'nin bu ilgisinin, bize de bir katkisi oldu. Cumhuriyeti kuranlar bu kültüre vâkif kimseler, klasikler arasinda basma lüzumunu duymuslar ise de biz pek farkinda degildik. Ister dinî tahsil yapanlar, ister diger ilimlerde tahsil yapanlar olsun. Çünkü Avrupa'nin modern kültürü, bizim zihnimizi, gözümüzü, aklimizi, kalbimizi çeliyordu. Tasavvufî edebiyattan uzaklasmak bir bakima modernlesmek olarak algilaniyor. Aslinda zenginlikten fukaraliga gitmek gibi bir durum bu. Bati'nin dünya çapinda üniversite kanaliyla gündemde tutmasi, bizim de bir bakima gözümüzü açti denebilir. Onun için Ilahiyat Fakültelerinde Tasavvuf Anabilim Dali genel olarak tasavvuf, özel olarak da Mevlânâ ve Ibn Arabî hakkinda çalismalarla, yeni doktora tezleri, master tezleri ile bir katkida bulunabilir.
     Soru: Bu hususta neler yapilabilir?
     Cevap: Bu konuda büyük kalabaliklara söylenecek bir söz yok ama Ibn Arabî'nin bütün kitaplarini Kültür Bakanligi tipki basim hâlinde basabilir. Çünkü yüzde 90'i bizim topraklarimizda. Yûnus Dîvâni'nin, Mesnevi'nin tipki basimini bastigi gibi 1300'lerden bu tarafa olan tüm tarihî, kültürel eserleri, Islam ilimlerindeki eserleri basabilir. Zaten Fuat Sezgin Islam ilimlerindeki eserleri tipki baski yaptiriyor Almanya'da. Türkiye'de bunu birilerinin yapmasi lazim. Ya Millî Kütüphane, ya da Süleymaniye Kütüphanesi yapacak, ya da dogrudan Kültür Bakanligi yapacak. Mesela Ispanya'da bu tür eserleri görünce bir kültür zenginligi hissediliyor. Ilginçtir Ispanya'nin Mursiya Belediyesi Kültür Isleri Müdürlügü bu yil 17-19 Ekim'de Ibn Arabî Sempozyumu gerçeklestirdi. Bu yil altincisi gerçeklesen sempozyuma ben de katildim. Simdiye kadar yapilan konusmalar kitaplastirilmis. Ayrica bazi eserleri de Ispanyolca'ya çevrilerek nesredilmis.
     Bagdat yikildiginda Endülüs yikiliyor. Konya'da bir manevi büyük sahsiyet zuhur ediyorsa ondan Endülüs'ün haberi olmazsa olmaz, Kanada'nin haberi olmazsa olmaz. Kanada'da Ibn Arabî hakkinda yayin yapiliyorsa Endülüs geri kalirsa dünyayi takip etmiyor demektir. Endülüs'te yapiliyorsa Istanbul geri kalirsa hiç olmaz. Objektif gözle bakildiginda tasavvufî tefekkür bakimindan ya da Bati'nin dedigi gibi metafizik tefekkürde dünyada on sahsin ismi sayilsa bunlarin ilki Ibn Arabî ve Mevlânâ'dir. Bu yüzden Türkiye kendi selameti için, Endülüs kendi selameti için, Fransa kendi selameti için onlari tanimalidir.
     Soru: Bu iki büyük sahis kendilerinden sonraki alimler, mütefekkirler ve mutasavviflar üzerinde nasil etkili olmus, nasil tesir etmisler?
     Cevap: Hangi tarikattan olursa olsun; o tarikattaki insanlar âlim olsun, sair olsun büyük yazar olsunlar, Ibn Arabî'nin, Hazreti Mevlânâ'nin eserinden istifade etmisler, ona basvurma lüzumunu duymuslar, hem de basvurduklari için çok mutlu olmuslardir. Bu da sunu gösteriyor: Tarih boyunca Ibn Arabî hazretlerinin eserleri nesredilmis. Mesnevî'ye bakiyorsunuz yalniz Mevlevî tarikatinda degil her tekke'de okunmus, ilgilenilmistir. Biraz Farsça bilen varsa Kadirî Tekkesi'nde, Rifâî Tekkesi'nde bunu okumustur, okutmustur. Tasavvufî klasikler içinde vazgeçilmez klasiklerin sahibidir bu iki zât. Çesitli ilimlerde, mezheplerde imam bulundugu gibi, tasavvuf ilminin yazili eser birakan iki imami da bugünkü elimizdeki malzemeye göre Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ve Ibn Arabî'dir. Tasavvufun tercümani denilebilir bu zatlar için. Tarikatlar kuran ârif ve âlim zatlar yetismistir ama eser vermemislerdir. Bilmedikleri için degil, yazamayacaklari için degil, sartlari öyledir, manevî emir öyledir. Yalniz evradi kalmistir, hizbi kalmistir.
     Soru: Bu zâtlarin Seriat konusundaki tutumlari nasildir?
     Cevap: Seriat konusu kendi eserlerine bakildiginda aslinda net. Kur'an-i Kerim ile Peygamber Efendimiz'in Sünneti Seriat'i meydana getiriyor. Genis bir cadde bu. Bu cadde içinde özel bir takim yollar var. Bunlar da tarikatlar. Tarikat, "ben dinî-mânevi terbiye almak istiyorum" diyene bunu veren bir yoldur. Ama sahislar bir araya gelince sosyal bir yapi olusuyor, ekonomik boyutu giriyor, kültürel boyuutu giriyor, bazi dayanismalar giriyor. Bu her zaman olmasi gereken birsey degil tabii. Nitekim öyle tarikatlar olmus ki asirlarca birkaç müridle devam etmislerdir. Büyük sosyal hareket getirmesi sart degil. Genelde bütün mutasavviflarin basvurduklari, dayandiklari ve ugrunda can verdikleri Kur'an-i Kerim ve Sünnet'tir. Ama okuduk anladik diyenlerin aczinden dolayi belki Seriat'i bir kenara birakiyorlarmis gibi bir takim yanlis anlasilmalar oluyor. Çünkü Kur'an-i Kerimi bir kenara birakmayan insan niye seriati bir kenara biraksin? Sünnet'e basini verecek bir insan niye Sünnet'ten vazgeçsin? Herhalde yorum yanlis anlasiliyor. Tabiî bazi yorum farkliliklari alimler arasinda oldugu gibi iki topluluk arasinda da oluyor. Nas, ayet, ayni oluyor ama yorum farkli oluyor. Bu da tabiî bir sey. Ulemâ naslarin yalnizca zâhirini anlatmislardir. Sûfîlerin batin diye anlattigi seyin zahiri de ya ayettir ya hadistir.    O da Seriattir. O bakimdan sadece bu iki mutasavvifin degil tasavvuf ehlinin Seriat'la ne bir problemi olmus ve ne de Serîat'a karsi saygisizligi bulunmustur. Inandigi odur.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti