Kendini Arayan İnsan

Erich Fromm'un belirttiği gibi teknik konulara dair kelime haznemiz mükemmeldir; hemen her erkek bir otomobil motorunun parçalarını eksiksiz sayabilir fakat iş kişiler arasında anlamlı ilişkiler kurmaya geldiğinde dilimizi kaybederiz: Tökezleriz ve neredeyse yalnızca işaret diliyle anlaşabilen duyma engelli ve dilsiz insanlar kadar soyutlanırız. (s. 65)

Neşe, güçlerimizi kullandığımızda ortaya çıkan duygudur. Hayatın amacı mutluluktan ziyade neşedir, çünkü insan olarak doğamızın gerekliliklerini yerine getirmenin sonucunda neşeleniriz. (s. 95)

Elbette kişi kendisini fazla önemsememelidir, cesur bir alçakgönüllülük gerçekçi ve olgun bir kişiliğin işaretidir. Oysa durumu şişinme ve ukalalık derecesine getirerek kendini gereğinden fazla önemsemesi, kişinin benliğine dair daha geniş bir farkındalığa sahip olması yahut özsaygısının yüksekliğine işaret değildir. Hatta durum tam tersidir. Şişinmek ve ukalalık genellikle içsel bir boşluğun ve kişinin kendinden şüphe ettiğinin belirtisidir; endişe hissinin üzerini örtmek için en sık başvurulan yöntem gurur gösterisi yapmaktır. (s. 96)

Birkaç yüzyıldır süregeldiği haliyle bedenin modern çağdaki sanayileşmeye hizmet eden cansız bir makineye indirgenmesi sonucunda, insanlar bedenlerine kulak vermemekle gurur duymaktalardır. Onu sanki benzini bitene dek sürülebilecek bir kamyon gibi suiistimal edebilecekleri bir nesne olarak görürler. Bedenlerine dair duydukları endişe, alacakları yanıtı önemsemeden nasıl olduğunu sormak için akrabalarından birine telefon etmeleri kadar baştan savmadır. Metaforik bir örnek vermemiz gerekirse, bunun sonucunda da doğa, gelip kişiyi soğuk algınlıklara, nezleye ya da daha ciddi hastalıklara maruz bırakarak sanki "Bedenini dinlemeyi ne zaman öğreneceksin?" diye sormakta. (s. 105-106)

Rüyalarında kendi kendine neler söylediğini anlama konusunda beceri kazanan kimse, sorunlarının çözümü konusunda zaman zaman rüyalarından inanılmaz değerli ipuçları ve öngörüler elde edebilir. (s. 114)

İnsan, hayatı boyunca kendini bütünden farklılaştırarak yeni bir bütünlüğe ulaşma süreciyle meşguldür. (s. 119)

Aslında gerçek hayatta uzun, dik bir yamacı aşarak yeni bütünleşme seviyelerine uzanılan bir büyüme sürecidir ki, burada büyüme kelimesi bilindik anlamıyla otomatik bir süreçten ziyade yeniden eğitilme, yeni içgörüler edinme, bilinçli kararlar verebilme ve tüm bunları yaparken sıra yahut sık sık karşımıza çıkabilecek çatışmalarla yüzleşme anlamında kullanılmıştır. (s. 134)

Oysaki bilincin dördüncü bir evresi daha vardır ki, çoğu kimse tarafından nadiren deneyimlendiğinden son derece sıra dışıdır. Bu evre, en açık haliyle kişinin bir soruna dair ani bir sezgi kazanmasıyla örneklenebilir; bir anda, durup dururken üzerinde günlerdir kafa patlatılan bir sorunun yanıtı bulunuverir. Kimi zaman bu tür sezgiler rüyalarda ya da kişi başka bir şey düşünüyorken yaşadığı aydınlanma anlarında gelir: Her durumda yanıtın, kişiliğin bilinçaltı seviyelerinden geldiğini biliyoruz. Bu tür bir bilinç bilimsel, dini ya da sanatsal faaliyetlerde de ortaya çıkabilir; birçok insan tarafından "fikrin gelmesi" ya da "ilham" olarak adlandırılır. Yaratıcı faaliyetler üzerinde çalışan herkesin açıkça ifade ettiği üzere, bu bilinç düzeyi tüm yaratıcı çalışmalarda mevcuttur. (s. 136-137)

Sokrates haklıydı: Bilgisizliği kabullenmek bilgeliğin ilk adımıdır ve insan ancak alçak gönüllü ve dürüst bir şekilde bu kısıtlamalarını itiraf ettiği müddetçe güçlerini yaratıcı bir şekilde kullanıp sınırlarını aşabilir. Efsaneler sahte kibre karşı sağlam birer uyarı mahiyeti taşırlar. (s. 181)

Zamanla yapıcı bir ilişki kurabilmek için öncelikle şimdiki zamanın gerçekliği içinde yaşamayı öğrenmek gerekir. Zira psikolojik anlamda ifade edecek olursak, şimdiki zaman sahip olduğumuz tek şeydir. Geçmiş ve gelecek, şimdiki zamanın bir parçası oldukları için anlam taşır: Geçmiş bir olay şimdi vardır, çünkü o esnada siz bu olayı düşünüyorsunuzdur ya da bu olay sizi etkileyerek değiştirmiştir. Gelecek zaman vardır, çünkü insan içinde bulunduğu anda istediği zaman gelecek hakkında düşünebilir. Geçmiş de bir zamanlar şimdiki andı ve ileriki bir dönemde gelecek de şimdiki zamanın olacak. Geleceğin "sonrasında" ya da geçmişin "öncesinde" yaşamaya çalışmak daima bir yapaylığı, kişinin kendi benliğini gerçeklikten ayırmasını da beraberinde getirir; ne de olsa insan şimdiki anı yaşamaktadır. Geçmiş şimdiki zamanı aydınlatabildiği, gelecekse onu daha zengin ve yoğun kılabildiği müddetçe vardır.

İnsan dosdoğru kendi içine baktığında, yalnızca şimdiki zamanın o belirli anındaki bilincinin farkına varır. İşte en gerçek olan ve asla kaçılmaması gereken şey de bu anlık bilinç halidir. (s. 259)

Şimdiki zamanı yaşamak kesinlikle düşünüldüğü kadar kolay değildir. Zira kişinin kendi benliğinin deneyimleyen bir "ben" olduğuna dair yüksek bir farkındalık gerektirir. Kişinin eyleme geçenin kendisi olduğuna dair bilinci ne denli az olursa, yani özgür değilse ve otomatik bir şekilde hareket ediyorsa, yaşadığı ana dair farkındalığı da o denli azalacaktır. Anlamsız ve sıkıcı bir işte çalışmanın yarattığı rahatsızlıktan kurtulmaya çalışan bir kişinin ifadesiyle, "Sanki ben, ben değilmişim de bir başkasıymışım gibi çalışıyorum." Bu gibi durumlarda yaptığımız işten "milyonlarca kilometre ötede" olduğumuzu, bir tür “şaşkınlığa" kapıldığımızı, rüyada veya "uykuyla uyanıklık arası bir yerde" durduğumuzu ya da sanki kendi benliğimizle şimdiki zaman arasında bir duvar olduğunu hissederiz.

Kişinin farkındalığı arttıkça, yani eyleme geçen, yaptıklarını kontrol eden kişinin kendisi olduğunu deneyimledikçe, daha canlı bir hal alacak ve içinde bulunduğu karsı daha hassas olacaktır. Tıpkı özfarkındalık gibi, şimdiki zamanın gerçekliğine dair bu deneyim geliştirilebilir. “Tam bu esnada ne hissediyorum?" ya da "Neredeyim, şu anda duygusal anlamda benim için en önemli olan şey nedir?" gibi sorular sormak faydalıdır.

Şimdiki zamanın gerçekliğiyle yüzleşmek çoğu zaman endişeye neden olur. Bu endişe en basit haliyle tuhaf bir "çıplaklık" hissidir; gözümüzü alamayacağımız ve kaçacak yahut saklanacak yerimizin olmadığı önemli bir gerçeklikle yüz yüze gelme duygusudur. Bu durum, kişinin çok sevdiği ve saygı duyduğu biriyle aniden yüz yüze gelmesi halinde hissedeceklerinden farksızdır. (s. 260-261)

Kendini Arayan İnsan
Rollo May

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti