Reşahat
Tasavvuf hikmetleri ve Evliya menkıbelerinin iki ana eseri vardır: Biri, Mevlânâ Câmi Hazretlerinin "Nefahat", öbürü de Şeyh Safiyüddin Hazretlerinin "Reşahat" isimli kitapları... "Reşahat", asliyle sadeleştirdiğim bir nevi tercüme denemesi oluyor. Fakat öyle bir tercüme ki, müellifini benim Türkçem ve üslubuyla ifadeye davet eder gibi bir şey… (Üstadın yazdığı önsözden)
* * * * *
Hace Mevlana Arif Dikgerani müridlerine demişlerdir ki:
- Bir insan yemek yerken her uzvu ayrı bir işle meşguldür. Ya kalbi neyle meşgul?
Müridleri cevap vermiş:
- Allah’ın zikriyle meşgul.
Cevap vermişler:
-Zikir bu yerde kelimeyle değildir. Sebepten müsebbibe gitmek, nimetten nimet vericiye intikal etmek suretiyledir. (s. 67)
Hoca Ubeydullah Hazretleri:
— Hoca Alâeddin [Gücdevani] bana dedi ki : «Sana talim ettiğimiz şeyler üzerinde çalış ve çalışmayı asla bırakma! Çalışmadan ele geçen şeylerin devam ve bekası olmaz!»
Kaderde olan zuhur eder diye müride çalışmayı terk etmek doğru değildir. Müride, her şeyi Allah'ın iradesine bağlamak ve ısmarlamak şart olduğu gibi çalışmak da, yerinde, en kıymetli şarttır. Çalışmayı bırakmak sadece delâlet ve hüsrandır.
Allah'ın ancak çalışana verdiği hakkındaki âyete dayanarak çalışmayı kadere bağlanmaya tercih edenler haklıdır; yerinde çalışma, teslimiyetin üstündedir. Şu kadar ki teslimiyet ve kadere bağlanmayı çalışmaya takdim edenler de haklıdır. Bu görüşler birbirini çürütücü değildir.
Meselâ bir kimse «Gemiyi hedefine götüren rüzgârdır; gemidekilerin rüzgârı beklemekten başka çareleri yoktur» dese hakikati söylemiş olur. Bir başkası da «Gemi âletlerini yerinde kullanmadan menzile varılamaz» dese o da hakikati söylemiş olur. Bu hikmeti canlandırmakta daha nice misal gösterilebilir.
Bütün dâva, hem çalışma, hem de kadere bağlanma arasında ne o taraf, ne bu taraf hesabına mübalâğaya düşmeden her iki tarafın hakkını vermektedir. Müridin kabulü İlâhî mevhibe yolundan ve bedelle satın alınmaz soyundan olsa da yine talibe kabul şartları üzerinde gayret sarf etmek vâcibdir.
Gönül ehlinden bir çocuğun teslimiyet halinde bulunmaları şu hikmete bağlıdır ki, onlar murad kâbesine gidişte tedbir ve teslimiyet mevzilerini görmüşler ve kendilerini teslim olma yerinde bulmuşlardır. Meselâ Kâbeye gidenin yolu bir miktar karadan ve bir miktar denizden olsa, karadan giderken her gün belli başlı bir hareket şarttır. Eğer hareketle yol alınmayacak olursa maksûda erişilemez. Ama denizden gidilirken insana bizzat hareket lâzım değildir. Böyle bir yerde ille tedbir ve hareket şarttır diye yürümeğe kalkışan, ancak budalalara mahsus bir iş yapmış olur.
Buna karşılık kadere teslimiyet dâvasiyle tedbiri bırakanlar da galettadır. Bunlarda teslim olmanın hakkı yoktur. Rıza gemisine girmemiş oldukları için yoldan kalmışlardır. Fakat rıza gemisine girmiş olarak seferlerinin hakikatini bilenler teslimiyete mâil ve didinmeden çekinicidirler. Bu sebepledir ki, başlangıçta bulunanların temayülü tedbire, sondakilerin de teslimiyetedir. (s. 99 - 100)
Reşahat
Şeyh Safiyuddin
Mütercim: Necip Fazıl Kısakürek
Büyük Doğu Yayınları
Yorumlar