Mantıku't-Tayr (Kuşların İlahisi)

Bu eser, Hz. Mevlâna'nın "Attâr yedi aşk şehrini dolaştı, bizse hâlâ bir küçük sokağın başındayız!" diyerek övdüğü bir İslâm sufi-şairinin şaheseridir. Bu eser, yine Hz. Mevlâna'nın "Ben söz söylemede Şeyh Attâr'ın kulu kölesiyim! Ey dost, her ne söyledimse onu Attâr'dan duymuşum!" dediği bir üstadın kitabıdır.
  Hz. Attâr, Hz. Mevlâna'ya henüz çocuk yaştayken Esrarnâme adlı kitabını hediye etmiş ve Mevlâna hazretleri bu eseri ömür boyu yanından hiç eksik etmemiştir.

Gülşen-i Râz'in yazarı Şebüsteri, "Yüzlerce yil geçer de Attâr gibi bir şair gelmez!" der. Şeyh Galib de Attâr'dan ilham aldığını söyler.

Hz. Attâr, bu eseri yazmak için velilerin hayatlarıyla ilgili bin kadar eser okudu. Tasavvuf bilgisi ile şairliğini bir araya getirerek tasavvuf edebiyatında yepyeni bir çığır açti. Kendisinden sonra gelen Mevlâna başta olmak üzere, Hâfiz, Sâdi, Molla Câmî, Şebüsteri ve Seyh Galib gibi pek çok şair ve mutasavvifı etkiledi. Bu kitaptan ilhamla pek çok şair Mantıku't-tayr'ın bir benzerini meydana getirmek için yarıştı. (s. 9)

* * *

Bütün mahlukat O’nun Birliği’ne dalıp gitmiştir. Dalıp gitmiş mi dedim? Hepsi de O’nda kaybolup gitmiştir! (s. 23)

Sen O’nu, O’nunla tanı, kendinle değil! O’na giden yol O’nunla açılır, akılla değil. (s. 28)

Ey hakikate değer veren kişi, artık bu hususta bunca kıyas yapıp (akıl yürütüp) durma, zira o Kıyaslanamaz'a kıyaslarla ulaşılamaz! O'nun ululuğu, ruhu da, aklı da çaresiz bırakmış; akıl şaşkın, ruhsa hayran, öyle bocalayıp durmada. Bütün resuller ve bütün nebilerden hiçbiri o Bütün'den bir parçacık olsun kavrayamadığı, hepsi de âciz kaldığı için, alnlarını toprağa koyup secdeye kapandılar ve "Seni, Sana layık bilgiyle bilemedik!" diye çığrıştılar. (s. 29)

Ruh bedenle birleştiğinde, parça bütün oldu! Bundan daha harika bir tılsım da asla yapılamadı! Can yücelikti, tense topraktan gelme aşağılık; bayağı balçık saf ruhla bütünleşti. Yüce ile âdi, dost olup bir araya gelince, insan o zaman harikulâde sırların harikası oldu. Fakat kimse insanın sırlarından haberdar edilmedi, zaten her miskinin harcı değildir bu iş. (Bu hususta) hiçbir şey bilemedik, hiçbir şey anlayamadık, gönlümüzü bir an olsun açamadık. (s. 31)

Dünyanın bütün kuşları, bilinenleri de bilinmeyenleri de, hepsi bir araya geldikten sonra birbirlerine şöyle dert yandılar:

Cihanda başsız bir ülke yok! Nasıl olur da bizim ülkemizin padişahı olmaz? Bu durumun ilelebet sürüp gitmemesi lâzım! Bütün çabalarımizı bir araya getirmeli ve arayıp tarayıp bir sultan bulmalıyız! Çünkü sultanı olmayan ülkenin idaresi düzgün olmaz ve ordusu da çığırından çıkar.

Bu ortak kanaatin neticesinde bütün kuşlar kendilerine bir sultan arayıp bulma konusunda anlaştılar. (s. 76)

Gagasında besmele tutanın çok sayıda sırrı bilip keşfetmesi gerekir. (s. 77)

Çünkü Canan (Sevgili) olmadıktan sonra can neye yarar ki? Eğer sen adamsan, canı Canandan mahrum bırakma! (s. 80)

O padişahın azamet ve ihtişamını görmek için heyecanlanan bütün kuşlar, hemen orada hazırlığa giriştiler.

O'na duydukları hasret gönüllerini tutuşturdu ve hepsi de sabırsızlıktan çatlayacak hâle geldi.

Yola çıkmaya azmedip ortaya döküldüler. O'nun yaman bir sevdalısı ve kendilerinin de düşmanı kesildiler.

Fakat bu Yol hayli uzun, hedefse çok uzak olduğu için, tam kanat açılıp uçulacağı sırada, kuşlardan her birini bir ürküntü, bir endişe ve bir korkudur sardı.

Derken bu Yol, kurtuluşa giden tek Yol olmasına rağmen, her biri vazgeçip caymak için farklı bir özür beyan etmeye başladı. (s. 82)

* * *

Hikaye: Hızır ile Meczup

Makamı çok yüce bir divâne vardı. Hz. Hızır ona sordu: Ey kâmil adam! Dostum olmak ister misin?

Meczup cevap verdi: Senden bana bir fayda gelmez! Çünkü sen ölümsüzlük şarabından (ab-ı hayattan) defalarca içmiş adamsın! Bense şu hayattan göçüp gitme çabasındayım! Çünkü Sevgili olmadan, ben bu hayattan bir tat almıyorum!

Sen dört elle hayata sarılmaktasın, bense her an hayatımı fedaya hazırım!

İyisi mi kuşların tuzaktan uzak durmaları gibi, biz de birbirimizden uzaklaşalım! Elveda! (s. 88)

* * *

Çünkü insanın Dosttan gayrı hiçbir şeye göniül bağlamaması gerekir! (s. 90)

Sultan olacağıma, keşke buğday tarlalarında başak toplayaydım! (s. 100)

Bütün bu kuşların özürlerini tek tek sana açıklamıyorsam, beni bağışla, çünkü söz uzar gider. Onlardan her birinin gösterdiği mazeret, eften püften ve geçersiz bir mazeretti; böylesi kuşlar nasıl olur da Ankâ'ya yol bulabilirlerdi ki? (s. 112)

Eğer Simurg hiç tecelli etmek, kendisini göstermek istemeseydi, gölgesini asla yaymazdı. Gizli kalmayı dilemiş olsaydı, cihanda gölgesi katiyen görülmezdi. Burada gölgesi görünen her şey, önce orada göründü! (s. 114)

Eğer sende Simurg'u görecek göz yoksa, kalbin bir ayna gibi parlamadığı içindir!

Gözleri onun güzelliğini görebilecek kimse olmadığı, onu müşahede etmeye dayanmak imkânsız olduğu ve onunla aşk oyunu oynanamadığı içindir ki Simurg, sonsuz lütfuyla bir ayna yapıp koymuştur! O ayna kalptir, sen onun cemalini (güzel yüzünü) görmek için kalbine bak! (s. 115)

Eğer sevdiğinin güzelliğini görmek istiyorsan, senin kalbinin onu görüp seyretme aynası olduğunu bil! Ve sen öyle bir kalbe sahip ol da, seyret orada sevdiğinin güzelliğini! O senin Celâl sarayındaki hükümdarındır, saray o Cemalin güneşiyle aydınlanmaktadır.

Sen O hükümdarını kendi kalbinde gör! O'nun arşın bir zerrede seyret! (s. 116)

Sultan Mahmut ona şöyle dedi: Bu işte senin hatan yok! Senin bu sırra asla aklın ermez ey hizmetçi! Benim ona ulaşmak için bir yolum var! Çünkü ben ondan ayrı kalmaya bir an bile dayanamam! Şu âlemde kimsenin haberi olmadan ben kendisine o gizli yolla hep ulaşırım! Aramızda bizim nice gizli yollar var! Canlarımızın içindeki sırlar da bir o kadar çoktur! Her ne kadar dışarıdan onun haberlerini sorsam da, perdenin içinde ben ondan her an haberdarım! Dışardan ben başkalarına bu sırları gizliyorum, fakat içerden ben sürekli onunlayım! (s. 119)

Ey tecrübeli rehberimiz! Biz bu işi hakkıyla başarabilir miyiz? Çünkü hedeflediğimiz öylesi çok yüce bir makama, bizim gibi zayıf mahlûkların erişebileceğinden pek emin değiliz! (s. 121)

Bütün yeryüzünde yoluna böylesi bir engel çıkmayan hiçbir er yoktur! Eğer bu engeli aşacak olursa, artık onun yolu hedefine varıncaya kadar apaydınlık olacaktır. Fakat başaramazsa, ceza olarak, yolu uzayacak da uzayacaktır. (s. 124)

Şunu kesinlikle bil ki tek bir tövbe ateşi, o Yol üzerindeki yüzlerce alemi dolduracak günahı bir anda yakıp yok eder! Merhamet ve af okyanusu bir dalgalanıp kabarmaya görsün, erkeklerin de kadınların da günahlarını siler atar! (s. 144)

Şu hayal okyanusunda o bir damlacık su idi, Hakikat okyanusuna geri döndü gitti! (s. 145)

Bahtın Kaynağı:

Bu arada kuşlardan birisi söz aldi ve hüthüde sordu: Ey başbuğumuz! Sen hangi hakla ve ne bakımdan bize üstün oldun? Sen de hakikati arıyorsun, biz de! Seninle bizim aramzdaki farkın sebebi ne? Canımız veya cismimizle biz hangi günahı işlemişiz ki senin payına saflık, bizim payımıza da murdarlık düştü?

Hüthütün Cevabı:

Bilesin ki, bir zaman Hz. Süleyman bize bir an nazar etmişti, işte bu üstünlük ondan! Yoksa payıma düşen bu bahtı ben, ne altın, ne de gümüş sayesinde elde ettim. Eriştiğim bu baht, sadece ve sadece bir tek o bakışın eseridir.

Tâat ve ibadetle kimse böylesi bir lûtfa eremez! Nitekim Iblis ne kadar da çok ibadet etmişti?

Bununla beraber, kim kalkar da "ibadete gerek yok!" derse, onun üzerine her an lânet yağar!

Öyleyse sen bir an olsun ibadetten geri kalmayasın,fakat sakın ha sakın, sırf o ibadetine de güvenmeyesin! (s. 154)

Muktedir bir padişah bana rastlayıverince, saadet geldi, hüzünler kayboldu gitti! (s. 157)

Üzerine kutlu bir bakış düşen kimsenin ruhu, her an yüzlerce sırla aydınlanır. (s. 158)

Kim bir devletli kişinin gölgesine sığınırsa, bu Yolda asla mahcup olmaz. Çünkü devlete ermiş kişinin elinde dikenler gül demetlerine dönüşür! (s. 158)

İnsanın içini ferahlatan bir yüz ifaden var, sen bana uğur getireceksin! Böyle güzel ve güleç yüzlü insanların çevrelerine uğur ve bereket yağdırdıklarını herkes bilir. (s. 158)

Bu dünya baştan sona bir pislik deryasıdır ve burada insanlar acınacak bir şekilde can çekişmede! Yüz binlerce insan şu dünyada mutsuz bir şekilde solucanlar misali can vermede! (s. 161)

Varlığa sevinmeyip, yokluğa yerinmedikçe ruhumuz hür ve serbest olmayacaktır. (s. 162)

Zahiri hayatla sıkı alışverişte olan, deruni hayatın eri olamaz! (s. 163)
İnsan, bütün bir ömrün ardından hedefine ulaştığını zanneder, sonunda bir de bakar ki gönlü o hedefe bir türlü erişememenin hasreti ve hayretiyle kavrulmakta. (s. 166)

Bil ki bu dünyada ihlâsla Allah'a yönelik her arayış ibadettir ve bu O'nun sebepsiz hikmetinin bir eseridir. O yüzden, sen o Eşiğe bir "hiç" götürdüm diye pek de esef etme o hiç, aslında hiç değildir! Çünkü O'nun Eşiğinde sadece zühd (dünya nimetlerinden vazgeçiş) satın alınmaz, bir "hiç" bile satın alınır! (s. 170)

Bir şeyler yapmışlarsa, yapıyorlarsa eğer melekler, bunu hep senin için yaptılar, yapıyorlar. Yüce Allah, gerçekten de, onların ettikleri duaların, yaptıkları ibadetlerin sevabını ebedî bir yardım olarak sana bağışlayacaktır. (s. 174)

Bil ki saygı nedir bilmeyenim padişah katında hiçbir değeri yoktur. (s. 227)

Sen ki hep ayıp ve kusur aramakla meşgulsün, o Gaybi Güzelliğin sevincine nasıl gark olabilirsin? Ayıplar, kusurlar aramak ha! Ayıptan, kusurdan başka bir şey görmeyen sen, hiç Gaybı müşahede edebilir misin?

Önce sen kendini insanların ayıplarını aramaktan kurtar! Sonra da Mutlak Gayb'ın (Allah'ın) aşkıyla mest ol!

Başkalarının hataları konusunda kılı kırk yarıyorsun da, kendi ayıpların söz konusu oldu mu kör kesiliyorsun! Sen asıl kendi kusur ve ayıplarını dert edin! O zaman ayıplı bile olsan makbul olursun! (s. 266)

Elbette yolcuların önüne açılan yollar onların takatine göredir. (s. 305)

Derken düştün deryaya, bakalım o bulunmaz sahile nasıl çıkacaksın? (s. 319)

Sen kendi varlığında kaldığın müddetçe, habire iyiyi kötüyü görür durursun, yolunda uzadıkça uzar. (s. 324)

Eğer bu dünyanın saltanatıyla yetinir kalırsan, sonsuzluk âleminde hüsrana uğrarsın! Asıl saltanat (ilâhî) marifettedir/irfandadır, sen o niteliği edinmeye bak! İrfan âlemiyle sermest (gerçek anlamda içli dışlı) olan kimse, bütün cihanın ve mahlûkatın sultanı olur. Onun gözünde yeryüzünün hükümranlığı, bir saman çöpü mesabesindedir. Onun okyanusunda dokuz felek de basit bir gemiden ibarettir.

Eğer bu dünyanın padişahları, o sonsuzluk okyanusunun şerbetinin lezzetini bir tadabilselerdi, hepsi de (ona erişememenin) hüzün ve kederinden mateme bürünür ve bu gönül üzüntüsünden birbirlerinin yüzünü görecek hâlleri bile kalmazdı. (s. 311)

* * *

Hikaye: Pervaneler ve Mum

Bir gece pervaneler (gece kelebekleri) toplandılar, sıkıntı içindeydiler. Bir mum bulmanın arayışındaydılar. Hep bir ağızdan şöyle dediler: Bize sevgiliden haberler getirecek biri lazım!

Bir pervane uzaktaki bir saraya kadar uçtu, sarayın mumla aydınlatıldığını gördü. Geri geldi, defterini açtı ve anladığı kadarıyla o gördüğünü ayrıntılarıyla anlattı.

Oturuma başkanlık eden bilge kelebek, şu değerlendirmeyi yaptı: Bu pervanenin mum hakkında hiç bilgisi yok!

Bir başkası yola koyuldu, alevini aşıp muma önce hafifçe dokundu. Derken kanatlarını çırparak sevgilinin parıltısının içine daldı, ama mum galip geldi, kendisi mağlup olarak geri çekildi. O da bir iki sır söyledi ve mumla olan teması hakkında bazı bilgiler verdi.

Bilge pervane ona şöyle dedi: Dostum, bu söylediklerin, bilgi milgi değil, mum hakkında sen de bizi ötekinden daha fazla aydınlatmış sayılmazsın!

Aşkın sarhoşluğuyla sarhoş bir diğeri kanatlandı, raks ederek gitti mumun üzerine kondu. Mumun alevini kucakladı ve neşeli bir şekilde o alevlerin içinde kayboldu. Ateş onu tepeden tırnağa sarınca, bütün organları ateş gibi kıpkırmızı oldu.

Onu uzaktan seyreden ve mumun ona kendi rengini verdiğini gören bilge pervane şöyle konuştu: İşte bu pervane hakikati öğrendi, işin sırrına sadece o erdi! (s. 342-343)

* * *

Hz. Süleyman, onca bilgeliğine ve kâmilliğine rağmen, kendini çaresiz hissederek topal bir karıncaya sordu: Ey benden çok daha muzdarip olan! En fazla elem ve kederle yoğrulan toprak hangi topraktır?

Karınca hemen şu cevabı verdi: Daracık kabre konan son kerpiç! Son kerpiç de toprağa konunca, artık hiçbir umuda yer kalmaz!

Ey umudun tâ kendisi olan Rabbim! Kabre konup, her iki cihandan umudum kesilip, yüzümü kapayacak son kerpiç de konunca, Sen o af ve bağışlayıcı yüzünü benden çevirme!Ben şu biçare, bu perişan yüzümü toprağa koyunca, bütün o geçmiş günahlarımı gözlerimin önüne getirme Ey Rabbim! Umarım ki onca günahıma rağmen, Sen onlardan hiçbirini yüzüme vurmazsın! Sen ey Yüce Yaradan, Yegâne Lûtuf ve Kerem Sahibi Sensin, bütün kusurlarıma, günahlarıma rağmen, beni affeyle! (s. 394)

* * *

Hikaye: Acemi Tellak

Ebu Said-i Mihne hazretleri bir gün hamama gitti. Kendisini yıkayıp sabunlayan tellâk ham herifin biriydi. Keselerken çıkardığı bütün kirleri şeyhin kolları üzerinde toplayıp hepsini şeyhin gözleri önüne serdi.

Ardından da sordu: Ey pak ruhlu şeyhim, su dünyada lûtuf ve kerem ne demektir?

Şeyh cevap verdi: Kirleri saklayıp gizlemek ve onları insanların gözüne sokmamaktır!

Bu cevap tellâğın tam da anlayacağı dilden verilmiş bir cevaptı. O yüzden hemen şeyhin ayaklarına kapandı. Cahilliğini itiraf edip özür diledi.

Ey Yaradan! Ey Koruyan! Ey Lûtfeden! Ey Padişah!

Dilekleri ancak Sen karşılarsın ey Yegâne Lûtuf ve Kerem Sahibi!

Mademki bütün yaratılmışların lûtuf ve keremleri toplansa, Senin Lûtuf ve Kerem Okyanusuna nispetle ancak bir çiğ damlasıdır!

Ey hiç kimseye muhtaç olmadan bizzat kendi kudretiyle Kaim olan, Lûtuf ve Keremine sınır olmayan! Bütün o kirlerimizi bizim önümüze koyma!

Bizim kirlenmişliklerimizi, edepsizliklerimizi ve afra tafralarımızı yıka, at. (s. 395-396)

Mantıku’t-Tayr - Kuşların İlahisi Feridüddin Attar Mütercim: Cemal Aydın
Sufi Kitap

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti