Bostan ve Gülistan

Kudretiyle can yaratan, hikmetiyle dilde söz yaratan Allah'ın adıyla başlıyorum. O, kullarına acıyan, düşenlerin ellerinden tutan bir efendidir; bol bol verir, hataları bağışlayan, özürleri kabul eden bir kerîmdir. (s. 13)

Öyle bir büyüktür ki; O’nun kapısından baş çeviren insan, hangi bir kapıya gitse izzet bulamaz. (s. 13)

Yeryüzü O’nun umumî sofrasıdır. Canlılar destursuz gelir, yer, yedikten başka istedikleri kadar da alır götürürler  (s. 13)

Hazreti Peygamberin hilâfına yol intihap eden asla bir menzile erişmiyecektir. (s. 17)

Ey, bütün insanlara gönderilen büyük peygamber, seni övmekte aczim var. Ey bütün mahlûkata gönderilen peygamber, sana selâm olsun. (s. 18)

Düşünürken: «Dostlarıma şeker götüremiyorsam da şekerden daha tatlı sözler götürebilirim» dedim, müteselli oldum. Fakat bu şeker alelade ağızda çiğnenen şeker değildir. Mânaya âşinâ olanların kâğıt üzerine yazdıkları tatlı sözlerdir. (s. 20)

Ey akıllı, güzel huylu insanlar; bilgili ve olgun hiçbir insan duymadım ki, bir kusur bulacağım diye uğraşıp dursun. (s. 21)

Senin lütfun bana yâr olmazsa benim elimden ne gelir, ne iş yapabilirim? Allah'ım, beni hayra, iyiliğe Sen muvaffak eyle. Sen kudret vermezsen benim kimseye bir hayrım dokunmaz. (s. 27)

Padişah bir ağaca benzer, kökü ahalidir. Ağaç ise kökünden kuvvet alır. Elinden geldiği kadar halkın gönüllerini yaralama. Eğer yaralarsan kendi kökünü baltalamış olursun. (s. 29)

Bir padişah memleket ahalisinin gönlünü yıkıyorsa, o, memleketin mâmur olmasını ancak rüyada görür. (s. 29)

Halkın başma Tanrıdan korkanları koy, çünkü mülkü ancak Tanrıdan korkanlar mâmur ederler. (s. 30)

İyi adam yetiştirip kullanan padişah kötülük görmez. (s. 30)

Hangi bir memlekette bir garip incinirse, o memleket çok geçmeden mahvolur. (s. 31)

Dünyaya gelen ölür gider. Fakat kendisinden sonra iyi ad bırakan, ebedî yaşamış olur. (s. 34)

Bir padişah için, kimsenin incinmesine razı olmamak meziyeti kâfi bir ziynettir. (s. 35)

Çünkü tecrübe etmeden iş yapan insanların, birçok kederlere uğraması zaruridir. (s. 36)

Çünkü kötülük düşünen insanlar ufacık bir tutamak bulunca büyüklerin kalplerini ateşe verirler. Ufak bir şeyle ateşi yakmak ve sonra onunla büyük odunları tutuşturmak kabildir. (s. 38)

İki kimsenin canı ile aklı birleşince dudakları kımıldamadan birbiriyle konuşurlar. Sonra göz bakmaya doymaz, didâra doyum olmaz. (s. 39)

Aklı olan her kimse tahammül eder, fakat maksat hışma mağlûp olmıyan akıldır. Öfke bir kere askerini pusudan hücum ettirince ortada ne insaf kalır; ne Tanrı korkusu kalır; ne din kalır. Feleğin altında öfke gibi bir dev görmedim. Bunun dehşetinden cinler, melekler bile ürküp kaçarlar.(s. 39)

Şer’i şerifin hükmü olmadıkça, su içmek caiz olmaz. Fakat fetvayı şerif olunca kan dökmek caizdir. Böyle değil mi? (s. 43)

Yetimlerin ağlamasından, dertli gönlünün âlımdan sakın. Kötülük yapma, iyi adını kötüye çevirme. Nice elli yılda hâsıl olan iyi adı, bir çirkin hareket mahveder. (s. 43)

Ahali ağaç gibidir. Beslersen, iyi timar edersen, istediğin kadar meyva alabilirsin. Sakın zalimlik edip de ağacı kökünden çıkarma. Çünkü zararını mucip olur. Kendi zararına iş gören kimse ise, ahmaktır. (s. 44-45)

Padişahım, kerem ağacı dikip yetiştirmeğe bak. Zira ondan meyva almak mümkün olur. Padişahım, kerem et, lütuf ve ihsanda bulun. Yarın mahşerde divan kurulunca, herkesin derecesi ihsanına göre olur. (s. 51)

Mazlumun kurumuş dudağına söyleyin, gülsün; çünkü zalimin dişi, nasıl olsa sökülecektir. (s. 54)

Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar aşkı unuttular. (s. 54)

Dostları zindanda bulunan bir kimse, gülistanda nasıl eğlenir? (s. 55)

Dinlersen, sana bir nasihat vereyim: “Diken ekersen gül biçemezsin.” (s. 56)

Âdil insana ne mutlu. Mahşer günü Arşı Âlânın gölgesinde rahat edecektir. (s. 56)

Elini kaldırdı, dua etti: “Ey gökleri yücelten Tanrı! Ona gücenmiş, onu derde salmıştın. Şimdi onunla barış, onu kurtar” dedi. (s. 65)

İnsanların ıstırapları mukabilinde mesut olan insanlar, şu yaşadıkları üç beş gün içinde ne safa sürebilirlerse onunla kalırlar. (s. 66)

Her taht, saltanat zevale vanr. Zeval görmiyen bir saltanat varsa, Tanrının saltanatıdır. (s. 67)

İyi düşünen insanın yanında dünya çörçöp gibi değersizdir. Çünkü her zaman başka kimseye mekân olmuştur. (s. 68)

Hayattan meyus olanlar güzel sözler söyler. Görmez misin ki, kalemin ucu kalemtıraş ile kesilince, kalemin dili daha çevik olur. (s. 75)

Yolunu şaşırmış bir kimseye: «İyi gidiyorsun» demek; büyük zulümdür. Çok kere olur ki, kendisine ayıbı söylenilmiyen kimse cahillik ayıbını hüner sayar. (s. 78)

Sen cenneti çalışma ile kazanmadın; belki Cenab-ı Hak sende cennet ehlinin ahlâkını yaratmıştır. (s. 82)

Düşmana müdara ile iş bitiyorsa, müdara muharebeden daha iyidir. Kuvvet ile düşmanı kahretmek mümkün değilse ona ihsan, in’am ederek, cemileler göstererek fitne kapısını kapatmak lâzımdır. Düşmanın zarar vermesinden korkuyorsan ihsan nüshasiyle onun dilini, ağzını bağla.

Düşman askerlerini tâciz etmek için, kale etrafına demir diken dökecek yerde, altın dök. Çünkü ihsan keskin dişi kesmez eder. (s. 83)

Düşman az bile olsa sakın, ihtiyatlı bulun. Çünkü sel suyu, damla damla yağmurun toplanmasından hâsıl olur. (s. 83)

Akıllı isen, herşeyin mânâsına meylet. Çünkü suret kalmaz; lâkin mânâ kalır. (s. 93)

Arkadaş! İyiye, kötüye para ver. Verdiğin kimse iyi ise hayır kazanmış olursun, kötüyse şerrini defetmiş olursun. (s. 98)

Bahtiyar odur ki, akıllılar ile düşe kalka ehli dillerin ahlâklarını öğrenir. (s. 98)

Akıllı insanlar mallarını, paralarını öbür cihana giderken beraber götürdüler. Hasislerdir ki, hasretini çekerek burada bırakarak giderler. (s. 100)

Altın, mal, işe yarar pek değerli şeylerdir. Lâkin, âhiret sarayının duvarlarını yaldızlamak için. (s. 100)

«Cenab-ı Hakk'ın lûtfuna dayanıyorum. Çünkü insanın kendi işine dayanması hatâdır» (s. 101)

Bir vakit bir kadın, kocasına şikâyet etmiş: «Efendiciğim; ekmeği bir daha bu mahallenin bakkalından alma. Buğday ekmeği satanlardan al: «Bu adamcağız buğday gösterip arpa satıyor (bizi aldatıyor). Dükkânına müşteri yerine sinekler üşüşüyor ve o derece ki, sineklerden dolayı bir hafta yüzünü kimse görmüyor.» 

Kocası, hareminin hatırını kırmamak için., mülâyemetle cevap vermiş: «Gözümün nuru hanımım, rica ederim, bu bakkalın ekmeğiyle kanaat edelim. Başka yerden almayalım: Çünkü, bu adam bu mahallede bulunan insanlara güvenerek bu dükkânı tutmuştur. Onu istifadesinden mahrum etmek, mürüvvete münafidir.»

Arkadaş! Âlicenap, iyi insanların yollarını tut. Sen ki ayaktasın, düşmüş insanı kaldırmak için elini tutuver. İyilik etmeğe bak: Allah erleri, daha ziyade kimsenin uğramadığı, alışveriş etmediği dükkândan alışveriş ederler.

Cömert insan, doğrusunu istersen velîdir. Çünkü cömertlerin pîri, Şâhı Merdan Hazreti Ali’dir.(s. 102)

Toprağın altında cismi ölmüş, fakat gönlü diri kimse, gönlü ölmüş, kendisi diri âdemden daha iyidir. (s. 105)

Elinden ne kadar gelirse o kadar iyilik et. Çünkü Cenab-ı Hak kimseye iyilik kapısını kapamamıştır. (s. 105)

Köleye, azarlayarak emir verme... Olur ki bir gün o köle ferman sahibi olur. (s. 106)

Cenab-ı Hak hikmeti icabı olarak, bir kapıyı kaparsa; fazl-ü keremi ile başka bir kapı açar. (s. 108)

Kalbi, perişan olan kimselerin gönüllerini perişanlıktan kurtar ki, felek de senin gönlünü perişan etmesin. (s. 109)

Çocuğum, ihsan et ki, insanoğlu ihsan ile, vahşî hayvanlar tuzak ile avlanır. (s. 109)

İki cihanda o kimse iyilik görür ki, Allah'ın kullarına iyilik eriştirir. (s. 112)

«Oğlum! Azığını iyi kimselerle birlikte ye. Çünkü iyiler arkadaşsız yemek yemezler.» (s. 112)

Erler başkalarını, kendi nefislerine tercih ile kazanmışlardır. (s. 113)

Kıyamette o kimseyi cennette görürsün ki, dâvayı bırakmış, mânaya bakmıştır. (s. 113)

Âşıklar su içmezler, demem. Hayır, içerler. Fakat Nil kenarında olsalar bile, içtikçe susuzlukları artar. (s. 133)

Hakiki âşıklar canan sevdasıyla candan; dost yâdiyle cihandan vazgeçmiş insanlardır.

Onlar yalnız Allah'ı bilir. O’nu yâdeder. O’nu yâd için halktan kaçarlar. Onlar sâkînin güzelliği sarhoş etmiştir, şaraba ihtiyaçları yoktur. Binaenaleyh şarabı dökmüştürler.

Onların dertlerine deva etmek mümkün değildir. Çünkü dertlerine kimse vâkıf olamaz.

Ezel bezmindeki (Elestü) hitabı; hâlâ, onların kulaklarında duruyor. Onlar hâlâ (Beli) diye cuşu huruşta bulunuyorlar. (s. 134)

Oradaki âşıklardan birisi şöyle demiş: «Sevgilim, ateş senin eteğini yaktı fakat benim, bütün varlığımı yakmıştır.»

Âşıkın bu sözü aşk noktasından kusurludur. Çünkü kendisine varlık vermiştir. Ey âşık! Eğer sen âşık isen, kendinden bahsetme. Yoksa şirke düşmüş olursun. (s. 137)

Birisi bir meczuba yazı ile.- «Cenneti mi istersin, yoksa cehennemi mi?» diye sordu.

Meczup şöyle cevap verdi: «Bana öyle sual sorma, O, (yani Cenabı Hak) benim için ne dilerse onu severim» dedi. (s. 146)

Mecnun: «Sakın, Leylâ'nın yanında benim adımı anma, dedi, çünkü onun bulunduğu yerde benim adımın anılması mânasızdır. Ben onun varlığıyla varım; ayrıca varlığım yoktur.» (s. 147)

Arkadaş! Cenab-ı Hakk'ın dergâhında yakınlık istersen, ihtiyaç peşinde koşup da haktan gafil olma. (s. 148)

Arkadaş! Belki görmüşsündür. Bağlarda, dağlarda geceleyin bir böcek çıra gibi parlar.

Birisi ona: «Ey gece parlayan böcek, dedi, niçin gündüz çıkmıyorsun, saklanıyorsun?»

Bak, yer mahlûkatından olan ateşin böcek, bu suale ne arifane cevap verdi:  

«Ben gece gündüz sahradayım, meydandayım. Bir yere saklanmıyorum. Fakat güneşin ziyası yanında görünmez oluyorum.» (s. 151)

Canımı dişime alıyor, çekilmeyecek bir yükü çekiyordum. Şimdi sevdiğim bir insan için bu kadar cefaya katlanırsam, beni topraktan yaratan, kudretiyle toprağa can veren, ihsan ve in’amiyle yaşadığım Cenabı Hakkın emrini güç de olsa nasıl ifa etmeyeyim?» dedi. (s. 153)

Seni benliğinden kim kurtarırsa, seni Cenab-ı Hakk'a o zat aşina eder. Sende benlik oldukça, kendine yol bulamazsın. Bu sözü benliğinden geçmiş olanlar anlarlar. (s. 154)

Aşk şarabını içip sarhoş olan âşıklar, dolap sesiyle de cuşu huruşa gelirler. Dolap gibi döner; dolap gibi ağlarlar. (s. 154)

Dünya alâkası vuslata mânidir; perdedir. Ne zaman alâkanı kesersen o zaman vuslata nâil olursun. (s. 156)

Sen bilir misin, âşıka öğüt vermek, akrep sokmuş bir kimseye "inleme!" demeğe benzer. Ey acayip adam, öğüdün kâr etmeyecek kimseye öğüt verme. (s. 157)

Ey insan! Cenab-ı Hakk seni topraktan, yaratmıştır. Toprak gibi gönülsüz, mütevazi ol. Mademki topraktan yaratıldın, ateş gibi haris, cihanı yakıcı, inatçı olma. (s. 160)

Damla Hikayesi

Bir buluttan deniz üzerine bir damla damladı. Denizin genişliğini görünce utandı.

Kendi kendine: «Deniz bulunan yerde ben kim oluyorum. Eğer o var ise, doğrusu, ben yok sayılırım» dedi.

Damla kendini hakir gördüğü için, sedef onu bağrına bastı, naz ile besledi.

Felek o damlayı öyle yükseltti ki, padişahların taçlarına lâyık inci oldu.

Damla kendisini alçak gördüğü için yücelik buldu. Yokluk kapısını çaldığı için var oldu. (s. 160)

Yücelik istersen, tevazu ihtiyar et. Çünkü yücelik damına, çıkmak için, tevazudan başka merdiven yoktur. Meyveli dal başını aşağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevazi olur. (s. 161)

Eğer halk sana ahlâkı güzel diyorlarsa, bundan daha yüksek bir sıfat arama. (s. 162)

Arkadaş! Kimin üstü başı temiz fakat ahlâkı pis ise, ona cehennem kapısı açmaya anahtar lâzım değildir. Cehennemin anahtarı onun fena ahlâkıdır. (s. 165)

Bokböceği gelincik çiçeklerinin arasında günlerce kalsa, yine bokböceğidir. Zengin kimse mal ile iyilik, büyüklük kazanamaz. Eşeğe atlas çuval vursalar yine eşektir. (s. 169)

Sarımsak kokusu gül kokusunu, davul sesi çengi sesini bastırır. (s. 170)

Hünerli insanlar öyle yaşarlar ki, cefa görseler bile ona iyilikle mukabele ederler. (s. 175)

Tahammül insana önce zehir gibi görünür. Fakat tabiata yerleşince bal olur (s. 176)

Ayıp arayan kimsenin gözü hüneri görmez. (s. 180)

Bir kötü benim arkamdan kötülüğümü söylemiş olsa söylenmiş, bitmiş, geçmiş gitmiştir. Onun sözünü alıp bana getiren kimse, söyleyenden daha beter fenalık yapmış sayılır. Birisi bir ok atsa da yola düşse, vücudumu incitmemiş, bana bir fenalık vermemiştir. Fakat oku sen alır getirir de, vücudama saplarsan, oku sen vurmuş olursun. (s. 180)

Birtakım kimseler, hak yolunun erleri olmuştur. Bunlar belâ okuna nişangâh oldukları için o mertebeye varmışlardır.

Bunlar kibar külâhını almış, mânâ tacım başları na giymişler. Velîler edepsizlerin kahrına tahammül eden insanlardır. Sen de o mertebeye yükselmek istiyorsan, bırak, halk senin derini yüzsün. Erlerin topraklarından testi yapıtsan, halk onu melâmet taşma tutarak kırarlar. (s. 181)

Bugün muhabbet tohumunu ekmeyen, yarın tûba dalından yemiş yiyemez. Sevgin yoksa saadet arama. Saadet topu hizmet çevgâniyle çelinir. (s. 183)

«Sen kendini akıl ile, ilim ile dolu zannetmişsin. Dolmuş kap tekrar doldurulur mu? Dâvâ ile dolusun, onun için boş gidiyorsun. Boş gel ki, ilim ile dolu avdet edesin!» (s. 183)

«Gönlüm yârin sevgisiyle o derece doludur ki, oraya kin sığmaz.» (s. 188)

Tevkifi îlâhi bazusu yardım etmeyince, yiğidin gayret pençesi ne yapar? (s. 200)

Ey akıllı adam Allah’a şikâyet et, Allah’tan şikâyet etme! (s. 203)

Cennete hile ile girilmez. Çünkü yüzündeki perde yarın açılacaktır. (s. 208)

Eğer Cenabı Hakka satabilirsen, riyâ ile hırka dikmek kolaydır. (s. 210)

Cenabı Hakkın verdiği bahta, rızka kanaat etmeyen kimse Allah'ı bilmemiş, O’na itaat etmemiş sayılır. Hırs ile dünyayı dolaşan kimseye haber ver: İnsanı kanaat zengin eder. (s. 212)

Eğer insan isen yemeği itidal üzere ye. Karnını çok doldurma. Sen insan mısın, küp müsün? insanın içi gıda yeri, zikir yeri, nefes yeridir. Sen sanıyorsun ki, insanın içi yalnız ekmek içindir.

Hırs tulumuna zikir nasıl sığar ki, nefes bile ayağını zorla uzatıyor.

Vücut besleyenlerin haberi yoktur ki, midesi, dolu olan kimsede hikmet bulunmaz. Yani çok yemek hamakat getirir. (s. 213)

Çünkü geniş bağırsaklar, dar yürekli olurlar. Arzularına, mukavemet edemezler. (s. 217)

Karın el bağı, ayak zinciridir. Kamına kul olan, Allah’a kulluğunu az yapar. (s. 217)

Kısmetine razı olmayan kuldan, Cenabı Hak râzı olmaz. (s. 219)

İşittim ki eski zamanda, bir evliyanın elinde taş, gümüş olurmuş. Bu sözü mânâsız zannetmiyesin. Bunun mânâsı şudur. İnsan Cenabı Hakkın takdirine râzı olunca, ona göre taş ile gümüş bir olur. Nasıl ki çocuk ihtiras sahibi olmadığı için, onun elinde altınla toprak müsavidir. (s. 220)

Muradım elime geçmedi diye keder eyleme. Geceler gündüzlere gebedir. (s. 222)

Söz insanın zatında bir kemaldir. Öyleyse söz ile kendini küçültme. (s. 226)

İnsan hünerli ise hüner kendi kendini bildirir; hüner sahibinin söylemesine hacet yoktur. Hâlis misk’in varsa söyleme. O misk kokusuyla kendi kendini ilân 

eder. Bu mağrip altınıdır diye yemin etmek boştur. Mihenk onun değerini meydana çıkarır. (s. 230)

Söz taşıyanlar eski cenkleri tazelerler. En yumuşak insanları coştururlar. Uyuyan fitneye: «Ne yatıyorsun,haydi kalk!» diyen arkadaştan kaçabildiğin kadar kaç. (s. 241)

Erenler duayı ganimet sayarlar. Dua kazâ okunun önünde zırhtır, kalkandır. (s. 242)

Arkadaş! Halk seni isterlerse hiçe saysınlar. Sen Hakka ibadetten yüz çevirme. Pâk olan Allah senden râzı olunca, bir takım napâk insanlar râzı olmazlarsa ne ehemmiyeti vardır? (s. 250)

Selâmet köşesinde kim oturabilir? Hazret-i Peygamber Aleyhisselâm Efendimiz bile kötü insanların dillerinden kurtulamadı. Eşi, ortağı, zevcesi, oğlu olmayan Cenabı Hak için bile işitmedin mi Hıristiyanlar neler söylediler. İnsanların ellerinden kurtuluş mümkün değildir. Dile düşen insanlara çâre, ancak sabırdır. (s. 253)

Ey akıllı zat! Gül diken ile beraber bulunur. Sen diken ile uğraşma; gülü demet yap. Eğer tabiatında daima ayıpları, kusurları görmek varsa, tavusta çirkin ayaktan başka bir şey göremezsin. (s. 254)

Bir kimsenin hüsnüniyetle yaptığı işi Cenab-ı Hakk bir yerine on yazar. Çocuğum; sen de birisinin bir hünerini görürsen, on ayıbından geç. Yoksa bir ayıbını parmağına dolayıp bir fazilet cihanını hiç yerine koyma. (s. 255)

Dosta şükür için söz söyleyemiyorum. Çünkü O’na lâyık şükrü bilemiyorum. Vücudumdaki her kıl O’nun bir ihsanıdır. Nasıl mümkün ki her bir kıl için bir şükredeyim. Ne kadar methü sena varsa bağışlayıcı Allah'a mahsustur. Çünkü O, kullarını yoktan var etmiştir. O’nun ihsanını vasfetmeğe kimde kudret var? Çünkü ne kadar vasıflar varsa, O’nun şanında müstağraktır. (s. 256)

Sanem ile Samed

İhtiyar bir mecusî bir odaya çekilmiş, kapıyı üzerine kapamış, kimse ile görüşmüyordu. Bunun bir putu vardı. Vaktini hep onun hizmetine hasretmişti. Birkaç sene sonra o kötü mezhepli mecusîye yapılması lâzım bir iş zuhur etti. İhtiyar mecusî puta koştu, iyilik ümit ederek maksûresinn toprağı üzerinde, putun önünde yuvarlandı. 

«Hey put! Âciz kaldım, canım boğazıma geldi. Bana merhamet et, bana imdat et!» dedi. Huzurunda birkaç niyazda bulundu. Fakat işi yoluna girmedi. Put insanların mühim işlerini nasıl halledebilir ki, kendisinden sineği bile kovamaz.

Bunun üzerine mecusî kızdı, putu tahkir etmeğe başladı: «Bu kadar senedir sana taptım. Yapılması mühim bir işim var. Yapmayacak olursan beni bırak, Cenab-ı Haktan dilerim» dedi. Mecusî daha putun karşısında, yüzü toprakta iken, pâk olan Cenabı Hak onun muradını hâsıl etti.

Hakikatleri aramak, taramak ile meşgul bir zat mecusînin işine hayrette kaldı, düşünceye daldı. O, kendi aklınca, şöyle diyordu: «Bir sersem, âdi, bâtıla tapan, başı henüz puthâne şarabı ile sarhoş, gönlünü küfürden; elini hiyanetten yuvmamış iken Cenabı Hak onun muradını verdi.»

İşte o zat bu işin sırrım düşünmekle meşgul iken, gönlünün kulağına şöyle denildi: «O aklı eksik ihtiyar, putun önünde çok yalvardı. Fakat sözü makbule geçmedi, istediği olmadı. Onun niyazı eğer bizim dergâhımızda da kabul edilmeseydi, sanem ile Samed arasında ne fark olurdu?» 

Ey dost! Gönlünü Samed'e bağla ki, insanlar sanemden daha âcizdirler. Eğer bu kapıya baş koyarsan, eli boş dönmek muhaldir. Yarabbi! İşimizde kusurlu geldik. Elimiz boş, fakat ümitli geldik. (s.302-303)

İskender-i Rumî’ye: «Maşrık ile Mağrip diyarını nasıl fethettin? Halbuki senden evvelki padişahların hâzineleri, malları, ömürleri, askerleri seninkinden daha çoktu. Böyle iken onlara bu kadar fütuhat müyesser olmadı.» demişler.

İskender şöyle cevap vermiş: «Cenab-ı Hakk'ın yardımıyla her fethettiğim memleketin reayasını incitmedim ve geçmiş padişahların adlarını iyilikten başka bir şeyle anmadım.»

Büyüklerin adlarını çirkin bir surette yâdeden kimseye ukalâ, büyük demezler. Baht, taht, emir, nehiy, vurma, tutma madem ki geçen şeylerdir, hepsi hiçtir. Geçmişlerin iyi adını zayi etme ki, senin iyi adın da payidar kalsın. (s. 370)

Bir hırsız bir âbidin evine girdi. Ne kadar aradıysa da bir şey bulamadı. Canı sıkıldı.  

Âbit işi anladı, hırsızın eli boş dönmemesi için üzerine yattığı kilimi — sezdirmiyerek — hırsızın geçeceği yere bıraktı.

İşittim ki Hak yolunun erleri düşmanlarının gönüllerini bile incitmemişlerdir. 

Bu makam sana nasıl müyesser olur ki, dostlarınla zıdlaşmada, çekişmedesin. (s. 372)

Bir ârif, bir tekkede sofularla bir müddet arkadaşlıktan sonra onlardan ayrılıp medreseye geldi. Ben o arife sordum: «Âlim ile âbid arasında ne fark var ki, âbidler fırkasını bırakarak âlimler zümresini ihtiyar ettin?»

Ârif cevap verdi. «Âbid gemisini kurtaran kaptandır, der, kendisini düşünür. Alim ise suya düşenleri, kurtarmaya çalışıyor» (s. 401)

Ben ayak altında çiğnenen bir karıncayım. 
İğnemle herkesi inciten kızıl arı değilim. 
Bana insanları incitecek bir kudret vermediği için Cenab-ı Hakk'a nasıl şükredeceğimi bilemiyorum. (s. 408)

Seni zikretmeyi kendine arkadaş eden kul
Yunus gibi balık karnında olsa da vakti hoş geçer. (s. 515)

Bostan ve Gülistan
Sadî Şirazi
Tercüme: Kilisli Rıfat Bilge

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti