Yürümek
Bu satırları okuyunca, Thoreau bizim yaşadığımız zaman diliminde yaşasaydı ve bizleri görse acaba ne derdi diye düşünmeden edemedim:
Sanırım dünyevi meşgalelerden tamamıyla uzaklaşarak dağlarda, tepelerde, kırlarda gezinmeye günde en az dört saat -hatta genelde daha da fazla- harcamadan ruh ve beden sağlığımı koruyamam.
Aklımdan geçenlerin beş para etmez ya da dünyalara bedel olduğunu düşünebilirsiniz.
Bazen tüccarların ve esnafların pek çoğunun sabahtan akşama kadar, sanki bacaklar ayakta dikilmek ya da yürümek için değil de oturmak için yaratılmış gibi bağdaş kurup oturduklarını hatırladığımda, bu adamların bunca zamandır halâ intihar etmemiş oldukları için övgüyü hak ettiklerini düşünürüm. (s. 14)
Gelgelelim benim bahsettiğim yürüyüşün hastalara belli saatlerde ilaç niyetine verilen ağırlık çalışmak ya da sandalyede sallanmak türü egzersizlerle ilgisi yoktur; günün atılımının ve serüveninin bizzat kendisidir. Egzersiz yapacaksanız yaşam pınarlarını aramaya çıkın. Henüz keşfetmediği uzak kırlarda o pınarlar köpürürken, sağlığı için ağırlık kaldıran bir adam düşünün. (s. 15)
Yürüdüğümüzde ayaklarımız bizi doğal olarak kırlara ormanlara götürür. Sadece bir bahçede ya da ağaçlık yolda yürüseydik halimiz ne olurdu? Bazı filozoflar bile, ormanlara gitmedikleri için ormanları ayağına getirtme ihtiyacı hissetmiştir. Öyle ki Platon, Akademia'sının geniş yürüyüş yollarının iki yanına ağaçlar ekmiş, açık havada revakların altında keyif dolu yürüyüşler. (s. 16)
Günümüzde evler inşa eden, ormanların ve koca koca ağaçların kesip biçen insanlarının ilerleme adını verdikleri bu şeyler manzarayı düpedüz çirkinleştiriyor ve onu günden güne daha yavan ve değersiz hale getiriyor. (s. 18)
Kuvvetlenmek için yiyip içmekle oburluk etmek arasında fark var. (s. 32)
Tabiatın güzelligine şükran duyan ne kadar da az kişi var aramızda! Yunanların dünyaya Kozmos, yani Güzellik ya da Düzen adını verdikleri rivayet edilir, bizse neden böyle dediklerine bir anlam veremeyiz, ilginç bir filolojik olgudan ibaret görür, geçeriz. (s. 48)
Uyuruz ve nihayet, bir kış sabahının dingin gerçekliğine uyanırız. Kar, pencere pervazında pamuk ya da tüy gibi alik alak uzanmaktadır; pencerenin şişmiş çerçevesi ve buz tutmuş camları loş, mahrem bir ışığı buyurederek içerinin gizli konukseverliğini pekiştirir. Sabahın
dinginliği çarpıcıdır. (s. 56)
Yaşamlarımız doğayla daha uyumlu olsaydı, muhtemelen kendimizi onun sicağından ya da soğuğundan bu kadar koruma gereği hissetmez, tıpkı bitkiler ve dört ayakliların yaptığı gibi, onu daimi bakıcımız ve yarenimiz olarak görürdük. Eğer bedenlerimiz uyarıcı canlandırıcı diyetler yerine katkısız, basit şeylerle beslenseydi soğuğa yapraksız ince bir dal parçasından başka bir şey sunamayacaktı belki, ama kışı bile büyümek için elverişli bulan ağaçlar misali serpilip gelişecekti. (s. 59)
Kışın daha içe dönük bir yaşam süreriz. Kalplerimiz, pencereleri ve kapılan yarısına kadar kara gömülü olsa da, bacasondan keyifli bir duman tüten kır evleri kadar sıcak ve şendir. (s. 74)
Gece yarısı çıplak tepelerden birinin zirvesindeki bir otlakta kayanın birine sırtüstü uzanırsınız ve yıldızlarla kaplı gök kubbenin yüksekliği üzerine düşünürsünüz. Yıldızlar gecenin mücevheridir ve günün sunabileceği her şeyden üstündürler belki de. (s. 82)
Sir Walter Raleigh, "Yıldızlar güneş battıktan sonra insanlar gözünü dikip baksın ya da sönük bir ışık saçsan diye değil, daha büyük şeylere hizmet etmek için oradadarlar" derken ne iyi söylemiştir. (s. 83)
Richter söyle diyor: "Kuşların kafesleri neden karanlıkta brakılıyorsa, yeryüzü de her gün o sebeple gecenin örtüsüyle kaplanır, demem o ki karanlığın sükúneti ve dinginliği içinde, düşüncelerin yüksek ahengini kavramaya daha yatkın olabiliriz. Gecenin dumana ve sise dönüştürdüğü düşüncelerimiz geceleyin, ışık ve yalımlar halinde yanı başımızda durur. Vezüv kraterinin üzerinde dalgalanan dumanın gündüz bir bulut sütununu geceleyin bir ateş sütununu andırmasına benzer bu durum." (s. 84)
Yürümek
Henry David Thoreau
Yorumlar