Dalaletten Hidayete

İmam Gazali'nin manevi otobiyografisi.

* * *

Daha sonra hangi niyet ile ders verdiğim üzerinde düşündüm. Burada da niyetimin halisane ve sırf Allah rızası olmadığını fark ettim. Beni ders vermeye iten temel sebep ve etkenin makam sevgisi ve şöhret tutkusu olduğunu anladım. Uçurumdan kenarında bulunduğumu, eğer durumumu hemen düzeltmeye yönelmezsem ateşe yuvarlanmak üzere olduğumu fark ettim. (s. 98)

[...]

Dünyanın cazibesi ile âhiretin çağrısı arasında bir o yana bir bu yana doğru gidip gelen bu tereddütlü halim, 488 yılının Receb ayından (Temmuz 1095) başlayarak yaklaşık altı ay devam etti. 

Sonunda iş artık benim iradem dahilinde seyretmekten çıktı ve bir zorunluluk haline dönüştü. Çünkü Allah Teâlâ dilime kilit vurmuş ve ders veremez duruma gelmiştim. Benden ders almaya gelenlerin gönüllerini hoş tutmak için bir gün kendimi ders vermeye zorladım. Fakat dilim tek kelime bile söyleyemedi ve buna asla güç yetiremedi. Sonra dilimdeki bu tutukluk dolayısıyla kalbime bir hüzün çöktü. Bunun tesiriyle de yediğimi hazmedemez oldum. Yemeden içmeden kesildim. Ne bir yudum su içebiliyor, ne de bir lokmayı midem hazmediyordu. Bu yüzden bütün bedeni kuvvetlerim zayıf düştü. Hatta hekimler ilaçla tedaviden ümitlerini kestiler.

Dediler ki:

"Bu hastalık önce kalbe yerleşmiş ve oradan da vücudun mizacına sirayet etmiş. Kalbe ârız olan bu elem ve hüzün giderilmedikçe, bunun ilaçla tedavi edilmesine imkân yoktur."

Sonra aczimi hissederek ihtiyarım (iradem) tamamen elden gidince çaresiz kalmış bir kimsenin sığındığı gibi ben de Allah'a sığındım. Çaresiz kullarının duasını karşılıksız bırakmayan Allah benim duama da icabet etti. Mevki, mal, aile, evlat, dost gibi seviyelerden yüz çevirmemi bana kolaylaştırdı.

Mekke'ye gitmek ister göründüm. Hâlbuki niyetim Şam'a gidip orada ikamet etmek istediğimi bilmelerinden kaçınıyordum. Bağdat'a bir daha dönmemek üzere oradan çıkmak için latif bir takım hilelere başvurdum. (s. 99-101)

Hemen Bağdat'tan ayrıldım. Kendimin ve çocuklarımın nafakasına yetecek kadarını ayrıldıktan sonra geri kalan malımı dağıttım. (s. 101)

Sonra Şam'a vardım. İki seneye yakın bir zaman orada kaldım. Orada kaldığım müddetçe tasavvuf kitaplarından öğrendiğim şekilde kalbimi zikrullah ile tasfiye etmek, ahlakımı düzeltmek, nefsimi çirkin huylardan temizlemek için daima insanlardan ayrı yaşamayı, riyazat yapmayı ve ibadetle meşgul olmayI tercih ettim.

Bir müddet Şam'daki Emevi Camiinde itikafa girmiştim. Her gün caminin minaresine çıkar, kapıyı üzerime kilitlerdim.

Sonra Kudüs'e gittim. "Beyt-i Mukaddes"e girdim. Hergün "Sahra"ya girer, kapıyı üzerime kilitlerdim. Hz. İbrahim Aleyhisselâmı ziyaret ettikten sonra hac farizasını ifa etmek, Mekke ve Medine'nin bereketlerinden faydalanmak ve Hz. Peygamber'i (s.a.v.) ziyaret etmek arzusunu duydum. Bundan dolayı Hicaz'a gittim.

Bunların ardından birtakım üzüntüler ve çoluk çocuğun ısrarı davetleri beni asıl vatanıma çekti. Böylece, vatanından ayrıldıktan sonra insanlar arasında oraya dönmesi en uzak ihtimal olan ben vatanıma dönmüş oluyordum. Vatanımda da, halvet arzusu ve zikir için kalbi tasfiye (saflaştırma) maksadıyla uzleti tercih ettim. 

Zamanın akışı içinde gelişen hadiseler, çoluk çocuğun işleri ve geçim derdinden kaynaklanan zorluklar benim asıl maksadımdan zaman zaman uzaklaşmama ve halvetteki huzurumun bozulmasına sebep oluyordu. Bundan dolayı ancak belli vakitlerde tam huzur halini yaşayabiliyordum.

Bununla birlikte aradığım huzuru bulma ümidini hiç kaybetmedim. Önüme çıkan engeller beni hedefimden alıkoymaya çalışıyor, fakat ben tekrar hedefime yöneliyordum. Ömrümün yaklaşık on yılını böyle geçirdim. Yalnızlık içinde geçirdiğim bu süre içinde, bana öyle işler açılıverdi (haller keşfedildi) ki bunların ne sayısını ne de vasfını dile getirmek mümkün olur. (s. 102-103)

[...]

Fakat ben, tekrar ilim öğretmeye başlamakla geriye dönmüş olmadığımı gayet iyi biliyordum. Çünkü geriye dönmek demek, yaşanmış olan bir zaman dilimine aynen dönmek demekti. Oysa ben önceki dönemde, insana makam ve mevki kazandıran bir ilmi öğretmekteydim. Sözlerim ve davranışlarımla insanları buna davet ediyordum. Bütün maksadım ve niyetim bundan ibaret idi.

Şimdi ise, insanların makam ve mevkii terk etmelerini sağlayan, onun sayesinde makam ve mevkiinin değersizliğini anlayacakları bir ilme davet edecektim. (s. 135)

* * *

O'nun yüce kapısından, öncelikle beni ıslah etmesini sonra benim vasıtamla başkalarını ıslah etmesini; öncelikle beni doğru yola eriştirmesini sonra benim aracılığımla diğerlerini hidayete eriştirmesini niyaz ediyorum. Bana hakkı hak olarak gösterip ona uymayı nasip etmesini ve bâtılı da bâtıl olarak gösterip ondan kaçınmayı nasip etmesini Cenậb-ı Hakk'tan diliyorum. (s. 136)

Ey yüce Allah'ım! Senden şunları niyaz ediyoruz: Bizleri sevdiğin, hak olanı gösterdiğin ve hidayete erdirdiğin kimselerden kıl! Zikrini ilham edip ismini hiç unuturmadığın kimselerden eyle! Bizleri nefislerimizin şerrinden koru! Senin rızan dışında hiçbir şeyi tercih etme fırsatını verme nefsimize! 

Bizleri, Kendin için seçtiğin ve Senden başkasına ibadet etmeyen ihlâslı kullardan eyle! Amin.

Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa ya, ehl-i beytine ve ashabına salât ve selâm olsun! (s. 150-151)

Dalaletten Hidayete

İmam Gazali


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kibrit-i Ahmer'in Peşinde

Râvi

Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti